.



 
   

temel sorgulamalar-giriş-

   
 


 

 

merhaba

FELSEFE OKULU

=> temel sorgulamalar-giriş-

=> idealizm

=> materyalizm

=> kim haklı (idealizm mi-materyalizm mi)?

=> bilinemezcilik

=> madde nedir?

=> materyalist olmak

=> materyalizmin tarihi

=> Metafizik, mekanikçilik, mantık

=> diyalektik

=> diyalektiğin yasaları 1

=> diyalektiğin yasaları 2

=> diyalektiğin yasaları 3

=> diyalektiğin yasaları 4

=> TARiHSEL MATERYALiZM 1

=> TARiHSEL MATERYALiZM 2

=> DiYALEKTiK MATERYALiZM VE iDEOLOJiLER

=> kişiler ve sözlük

=> ecco homo

KOMuNiST PARTi MANiFESTOSU

sivil itaatsizlik

ömer hayyam

ADRES VE LiNKLER

 


     
 

I. FELSEFE ÖĞRENMEYE NASIL BAŞLAMALIYIZ?

   Amacımız, bu felsefenin incelenmesi, öğrenilmesidir;
ama bu amaca varmak için, aşama aşama ilerlememiz gerekir.

  Diyalektik materyalizmden sözettiğimiz zaman önümüzde
iki sözcük vardır: materyalizm ve diyalektik; bu demektir
ki, materyalizm, diyalektiktir. Biliyoruz ki, Marx ve Engels'ten
önce de materyalizm vardı, ama onlar, 19. yüzyılın
buluşlarının yardımıyla, bu materyalizmin şeklini değiştirdiler
ve diyalektik materyalizmi yarattılar.

  Materyalizmin çağdaş biçimini belirten diyalektik sözcüğünü,
daha ilerde inceleyeceğiz.

  Ama, mademki Marx ve Engels'ten önce de materyalist
filozoflar varolmuştu (örneğin 18. yüzyılda Diderot), ve mademki
bütün materyalistler için ortak olan noktalar vardır,
öyleyse, diyalektik materyalizmi ele almadan önce, materyalizmin
tarihini öğrenmemiz gerekir. Aynı şekilde, materyalizme
karşı çıkarılan anlayışları da bilmemiz gerekir.

  II. EVRENİ AÇIKLAMANIN İKİ BİÇİMİ

  Felsefenin en genel sorunların öğrenilmesi demek olduğunu
ve felsefenin amacının, evreni, doğayı; insanı açıklamak
olduğunu gördük.

  Eğer bir burjuva felsefe elkitabını açıp bakarsak, içindeki
felsefelerin çokluğu, çeşitliliği ile şaşırıp kalırız. Bu felsefeler,
izm ile biten, az ya da çok karmaşık, çok çeşitli sözcüklerle
donatılır, örneğin kritisizm (eleştiricilik), evolüsyonizm
(evrimcilik), entelektüalizm (anıkçılık) ve benzerleri
gibi. Bu çokluk, bir karışıklık yaratır. Zaten burjuvazi de durumu
aydınlatmak için hiçbir şey yapmamış, tam tersini
yapmıştır. Ama biz, bütün bu sistemler arasında bir seçim
yapacak, iki büyük akımı, kesim olarak birbirine karşı iki
anlayışı, ayırdedebilecek durumdayız. Dünyanın

  a) bilimsel anlayışı,

  b) bilimsel olmayan anlayışı.

  III. MADDE VE RUH

  Filozoflar, dünyayı, doğayı, insanı, yani sonuç olarak bizi
kuşatan her şeyi açıklamak işine giriştikleri zaman, şeyleri
ayırdetmek gerekli olmuştu. Biz, kendimiz de, gördüğümüz,
dokunduğumuz maddi şeyler, nesneler bulunduğunu saptıyoruz.
Ayrıca göremediğimiz, dokunamadığımız, ölçemediğimiz,
örneğin fikirler gibi, başka gerçekler olduğunu da saptıyoruz.

  Demek ki, şeyleri şöyle sınıflandırıyoruz: bir yanda maddi
olan şeyler; öte yanda, ruh, düşünce ve fikirler alanında
kalan, maddi olmayan şeyler.

  İşte böylece, filozoflar, madde ve ruh ile karşı karşıya
geldiler.

  IV. MADDE NEDİR? RUH NEDİR?

  Az önce, şeylerin madde ya da ruh oluşlarına göre nasıl
sınıflandırıldığını, genel olarak gördük.

  Ama bu ayrımın, çeşitli biçimlerde ve çeşitli sözcüklerle
yapıldığını belirtmeliyiz.

  Böylece, ruhtan sözedilirken, düşünceden, fikirlerimizden,
bilincimizden. sözediyoruz; gene aynı şekilde, doğadan,
dünyadan, yeryüzünden, varlıktan sözedilirken, maddeden
sözedilmiş olunuyor.

  Gene bunun gibi, Engels, Ludwig Feuerbach ue Klasik
Alman Felsefesinin Sonu adlı kitabında, varlık ve düşünceden
sözettiği zaman, varlığa madde, düşünceye ruh demektedir.

  Düşünce ya da ruhun, varlık ya da maddenin ne olduğunu
tanımlamak için şöyle diyeceğiz:

  Düşünce, bizim şeylerden edindiğimiz, şeyler hakkındaki
fikrimizdir; bu fikirlerin bazıları, bize, alışıldığı üzere,
duyumlarımızdan gelir ve maddi nesneleri karşılarlar; tanrı
fikri gibi, felsefe, sonsuzluk ve bizzat düşünce gibi diğer bazı
fikirler ise maddi nesneleri karşılamazlar. Burada, aklımızda
tutmamız gereken esas şudur ki, biz, duygulara, düşüncelere,
fikirlere, gördüğümüz ve duyduğumuz için sahibiz.

  Madde ya da varlık, duyumlarımızın, algılarımızın bize
gösterdiği, bize sunduğu, genel anlamda, bizi çevreleyen ve
dış dünya dediğimiz her şeydir. Örnek: Elimdeki kağıt beyazdır.
Bu kağıdın beyaz olduğunu bilmek, bir fikirdir, ve bu
fikri bana veren benim duyularımdır. Ama madde, kağıdın
kendisidir.

  Bunun içindir ki, filozoflar, varlık ile düşünce arasındaki,
ya da ruh ile madde arasındaki, ya da bilinç ile beyin. arasındaki
vb. ilişkilerden sözettikleri zaman, bunların soruları
hep aynıdır: Madde ya da ruhtan, varlık ya da düşünceden
hangisi daha önemlidir? Hangisi, diğerinden öncedir? İşte
felsefenin temel sorusu budur.

  V. FELSEFENİN TEMEL SORUSU YA DA SORUNU

  Her birimiz, öldükten sonra ne olacağımızı, dünyanın nereden
geldiğini, yeryüzünün nasıl oluştuğunu kendi kendimize
sormuşuzdur. Ve bizim için herhangi bir şeyin her zaman
varolduğunu kabul etmek, güç bir şeydir. (İnsanın) belli
bir zamanda, hiçbir şeyin varolmadığını düşünmeye eğilimi
vardır. Onun içindir ki, Ruh, karanlıklar üzerinde yüzüyordu...
sonra madde geldi şeklindeki, dinin öğrettiğine inanmak
daha kolaydır. Gene aynı biçimde, insan kendi kendine,
bizim düşüncelerimizin nerede olduğunu sorar ve böylece,
ruh ile madde arasında, beyin ile düşünce arasında bulunan
ilişkiler sorunu, bize göre konmuş olur. Ayrıca sorunu, daha
başka türlü koyuş biçimleri de vardır. Örneğin, irade ile güç
arasındaki ilişkiler nelerdir? İrade burada ruhtur, düşüncedir;
güç ise olanaklı olandır, varlıktır, maddedir. Toplumsal
bilinç ile toplumsal varlık arasındaki ilişkiler sorunuyla
da aynı derecede sık karşılaşırız.

  Demek ki, felsefenin temel sorusu, çeşitli görünümler altında
kendini ortaya koyar ve bu, madde ile ruh arasındaki
ilişkiler sorununun konuluş biçimini her zaman tanımanın
ne kadar önemli olduğunu gösterir. Çünkü biz biliyoruz ki,
bu soruya yalnız iki yanıt verilebilir:

  1. bilimsel bir yanıt,

  2. bilimsel olmayan bir yanıt.

  VI. İDEALİZM YA DA MATERYALİZM

  Böylece, filozoflar, bu önemli sorun üzerinde, tutum takınmak
durumuna geldiler. İlk insanlar, büsbütün bilgisiz
oldukları, gerek dünya, gerek kendileri hakkında hiçbir bilgileri
olmadığı, dünya üzerinde etki yaratabilmek için ancak
pek güçsüz araçlardan yararlanabildikleri için, kendilerini
şaşkınlığa uğratan bütün olayların sorumluluğunu, doğaüstü
varlıklara yüklüyorlardı. Soydaşlarını ve bizzat kendilerini
canlı gördükleri düşlerinin etkisiyle, imgelemlerinde; herkesin
çifte varlığı olduğu gibi bir anlayışa vardılar. Bu çift
olma fikrinin verdiği rahatsızlık ve tedirginlikle, kendi düşüncelerinin
ve kendi duyumlarının, kendi öz bedenlerinin
bir eylemi olmadığı, ama bu bedende oturan ve ölüm anında
bu bedenden ayrılan ayrı bir ruhun işi olduğu düşüncesine
varmışlardır (Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach. ve Klasik Alman
Felsefesinin Sonu, Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 20.)

  Daha sonra, ruhun ölmezliği ve ruhun madde dışında yaşayabileceği
fikri doğdu.

  Gene, tekniğin yenmeye elverişli olmadığı ve anlayamadıkları
bütün bu (filizlenme, fırtınalar, seller vb.) olaylar
karşısındaki, doğa güçleri karşısındaki kaygıları ve güçsüzlükleri,
onları, bu güçlerin arkasında sonsuz bir güce sahip,
iylikçi ya da kötülükçü, ama her iki halde de kaprisli birtakım
ruhlar ya da tanrılar bulunduğunu varsaymaya götürdü.

  Gene, onlar, insanlardan daha güçlü olan varlıklara, tanrılara
inanıyorlardı; ama onları, insan ya da hayvan biçiminde,
maddi cisimler gibi tasarlıyorlardı. Ancak daha sonradır
ki, ruhlar ve tanrılar (sonra da tanrıların yerini alan bir tek
tanrı), salt ruhlar halinde kavrandılar. Bunun üzerine, gerçekte,
bütünüyle kendilerine özgü, bedenlerinden büsbütün
bağımsız bir yaşamları olan ve varolmak için bedenlere gereksinme
duymayan ruhlar olduğu fikri doğdu.

  Daha sonra bu soru, dindeki değişikliğe uygun olarak, şu
şekilde, daha kesin, belirli bir biçimde soruldu:

  Dünya, tanrı tarafından mı yaratılmıştır, yoksa bütün
öncesizlik boyunca var mıydı?

  Filozoflar, bu soruyu yanıtlayışlarına göre iki büyük
kampa ayrılıyorlardı. (Friedrich Engels, agy, s. 21.)

  Bilimsel olmayan açıklamayı benimseyerek, dünyanın
tanrı tarafından yaratıldığını kabul edenler, yani ruhun
maddeyi yarattığını söyleyenler, idealizm kampını oluşturuyorlardı.

  Ötekiler, dünyayı bilimsel olarak açıklamaya çalışanlar,
doğanın, maddenin başlıca öğe olduğunu düşünenler, materyalizmin
çeşitli okullarında yeralıyorlardı.

  Başlangıçta, bu iki deyimin, yani idealizmin ve materyalizmin,
başka bir anlamı yoktu.

  Demek ki, idealizm ve materyalizm, felsefenin temel sorununa
karşıt ve çelişik iki yanıt verirler.

  İdealizm, bilimsel olmayan anlayıştır. Materyalizm ise,
bilimsel dünya anlayışıdır.

  Daha ilerde bu doğrulamanın kanıtları görülecektir, ama
şimdiden, taşlar, metaller, toprak gibi, düşünceye sahip bulunmayan
cisimlerin varolduğu deneyle yeterince saptanırsa
da, tersine, bedensiz, yani cisimsiz ruhun varlığının hiçbir
zaman saptanmadığını söyleyebiliriz.

  Bu bölümü, çeşitli yorumlara yer vermeyen tek anlamlı
bir vargı ile tamamlamak istersek, görürüz ki, nasıl oluyor
da insan düşünüyor sorusuna yanıt vermek için, ancak, baştanbaşa
farklı ve bütünüyle birbirine karşıt iki yanıt vardır:

  Birinci yanıt: İnsan düşünüyor çünkü bir ruhu vardır.

  İkinci yanıt: İnsan düşünüyor çünkü bir beyni vardır.

  Bu yanıtlardan birini ya da ötekini vereceğimize göre, bu
sorudan doğan sorunlara da, farklı çözümler bulmaya çalışacağız.
Yanıtımıza göre, idealist ya da materyalist olacağız.

  OKUMA

  F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin
Sonu, İdealizm ve Materyalizm, s. 20 vd..

 

 
 

 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol