|
I. SÜREÇLERİN ZİNCİRLEME SIRALANIŞI
Biraz önce elmanın öyküsü dolayısıyla, bir sürecin ne olduğunu
gördük. Gene bu örneği ele alalım. Elmanın nereden
geldiğini araştırdık, ve araştırmalarımızı ağaca kadar götürmemiz
gerekti. Ama bu araştırma sorunu, ağaç içinde kendini
ortaya koyar. Elmanın incelenmesi, bizi, ağacın yazgısını
ve kökenlerini incelemeye götürür. Ağaç nereden geliyor? Elmadan.
Ağaç, yere düşen ve yeni bir filize can vermek üzere
toprakta çürüyen elmadan gelir, bu durum, bizi, yeri, elmanın
çekirdeklerinin filiz verebilmesi koşullarını, havanın, güneşin
vb. etkilerini incelemeye götürür. Böylece, elmanın incelemesinden
yola çıkarak, elma sürecinden ağaç sürecine
geçip, oradan yerin incelenmesine geldik, ağaç süreci de yerin
sürecine zincirleme bağlanıyor. İşte süreçlerin zincirleme
sıralanışı denilen şeyle karşı karşıyayız. Bu, bize, diyalektiğin
ikinci yasasını açıklamak ve incelemek olanağını verecektir.
Bu yasa, karşılıklı etki yasasıdır. Süreçlerin zincirleme
sıralanışına örnek olarak, elma örneğinden sonra Paris
İşçi Üniversitesi örneğini alalım.
Bu okulu diyalektik görüş açısından incelersek, nereden
geldiğini araştıracağız, ve ilkin şöyle bir yanıtımız olacak:
1932 güzünde, biraraya gelmiş bazı arkadaşlar, marksizmi
incelemek üzere, Paris'te, bir işçi üniversitesi kurmaya karar
verdiler.
Ama, bu komite, marksizmi öğretme fikrine nasıl vardı?
Besbelli ki, marksizm varolduğu için. Peki, o halde, marksizm
nereden geliyor?
Görüyoruz ki, süreçlerin zincirleme sıralanışını araştırmak,
bizi, tam ve titiz incelemelere götürüyor. Dahası var:
Marksizmi araştırırken, bu öğretinin, bizzat proletaryanın
bilgisi olduğunu saptamaya kadar varmış olacağız; şu halde
görüyoruz ki, (ister marksizmden yana, ister ona karşı olunsun)
proletarya mevcuttur; o zaman şu yeni soruyu soracağız:
proletarya nereden geliyor?
Biliyoruz ki, proletarya, bir ekonomik sistemden, kapitalizmden
geliyor. Biliyoruz ki, toplumun sınıflara bölünüşü,
sınıf savaşımı, marksizme karşı olanların iddia ettikleri gibi,
marksizmden doğmamıştır, tersine, marksizm bu sınıf savaşımının
varlığını saptar ve gücünü zaten daha önceden varolan
proletaryadan alır.
Şu halde, süreçten sürece, kapitalizmin varoluş koşullarının
incelenmesine kadar geleceğiz. İşte böylece, her şeyin,
her şey üzerinde etki oluşturduğunu bize gösteren bir süreçler
zincirlemesi var önümüzde. Her şeyin her şeyi etkilemesi,
karşılıklı etki yasasıdır.
Şimdi de bu iki örnekle, elma ve Paris İşçi Üniversitesi
örneği ile metafizikçi nasıl bir yöntem izlerdi, onu görelim.
Elma örneğinde, metafizikçi, yalnızca elmanın nereden
geldiğini düşünebilecekti. Elma ağaçtan gelir demekle yetinirdi.
Daha ilerisini araştırmazdı.
İşçi Ünivesitesi için de, Fransız halkını baştan çıkarmak
isteyen bir grup insan tarafından kurulmuş bir üniversite
olduğunu söyler ya da incir çekirdeğini doldurmayan başka
sözler söyleyerek gönlünü eğlendirirdi.
Ama diyalektikçi, bir yanda elma, diğer yanda da İşçi
Üniversitesi ile sonuçlanan bütün süreçler zincirini görür.
Diyalektikçi özel, tikel olayı, ayrıntıyı, bütüne bağlar.
Diyalektikçi, elmayı ağaca bağlar, ve daha öteye, bütünü
içinde doğaya kadar gider. Elma, yalnız elma ağacının meyvesi
değildir, bütün doğanın meyvesidir de.
İşçi Üniversitesi, yalnız proletaryanın meyvesi değil,
ama kapitalist toplumun meyvesidir de.
Şu halde görüyoruz ki, dünyayı kalıplaşmış şeylerin kümesi
gibi kavrayan metafizikçinin tersine, diyalektikçi, dünyayı
bir süreçler kümesi olarak görecektir. Ve diyalektik görüş
açısı, nasıl doğa için ve bilimler için doğru ise, toplum,
için de doğrudur.
Hegel'in 'metafizik' yöntem dediği, verilmiş ve değişmez
nesneler olarak düşünülen şeylerin incelenmesiyle uğraşmayı
yeğleyen ... eski araştırma ve düşünce yönteminin doğruluğu,
zamanında, tarihsel olarak ortaya çıkmıştı. (F. Engels,
Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 43-44.)
Bu bakımdan, o çağda, her şey ve toplum, bir veri olan
değişmez nesneler kümesi gibi inceleniyor, ayrıca toplumun
yalnızca değişmemesi şöyle dursun, yokolması alnında yazılı
değilmiş gibi inceleniyordu.
Engels, diyalektiğin başlıca önemini belirtir: Bu büyük
temel düşünce, dünyanın, bir tamamlanmış şeyler karmaşası
olarak değil de, görünüşte durulmuş şeylerin, tıpkı beynimizdeki
zihinsel yansıları olan kavramlar gibi, kesintisiz bir
oluş ve yokoluş değişmesinden geçtikleri, son olarak bütün
görünüşteki raslantılara ve geçici geriye dönüşlere karşın,
ilerleyici bir gelişmenin eninde sonunda belirmeye başladığı
bir süreçler karmaşası olarak dikkate alınması gerektiği
düşüncesidir. (agy, s. 43.)
Kapitalist toplumun kendisi de, demek ki, bir tamamlanmış
şeyler karmaşası olarak ele alınmamalıdır, tersine, o
da bir süreçler karmaşası olarak incelenmelidir.
Metafizikçiler, kapitalist toplumun her zaman varolmamış
olduğunun farkındadırlar, onun bir tarihi olduğunu söylerler,
ama kapitalizmin ortaya çıkışı ile toplumun evriminin
bittiğini ve bundan böyle değişmez (fixee) kalacağını düşünürler.
Her şeyi bitmiş, tamamlanmış sayarlar, yeni bir sürecin
başlangıcı saymazlar. Dünyanın tanrı tarafından yaradılışının
anlatısı, dünyanın, tamamlanmış şeylerin bir karmaşası
olarak açıklanmasıdır. Tanrı, (yaradılışın ilk altı gününde,
-ç.) her gün, bir işi bitirdi. Bitkileri, hayvanları,
insanı, bir kerede, artık değişmemek üzere, kesin olarak yarattı
- saptanımcılık (fixisme) teorisi de buradan gelir.
Diyalektik, bunun karşıtı biçimde düşünür. Şeyleri değişmez
nesneler olarak değil, üstelik hareket halinde düşünür.
Diyalektiğe göre hiçbir şey bitmiş, tamamlanmış bir
biçimde bulunmaz; her şey, her zaman bir sürecin sonu ve
başka bir sürecin başıdır, her zaman değişme ve gelişme durumundadır.
Bunun içindir ki, biz kapitalist toplumun, sosyalist
topluma dönüşeceğine bu kadar güveniyoruz. Hiçbir
şey, son ve kesin olarak tamamlanmış olmadığından, kapitalist
toplum, bir sürecin sonudur ki, onu, sosyalist toplum,
sonra komünist toplum izleyecek ve bu böyle sürüp gidecektir;
sürekli olarak bir gelişme vardır ve olacaktır.
Ama burada, diyalektiği, alınyazısı bir şey gibi almamaya
dikkat etmek gerekir; böyle bir sanıdan, şöyle bir sonuç
çıkarılabilir: Mademki siz istediğiniz değişmeden bu kadar
eminsiniz, ne diye savaşım veriyorsunuz? Çünkü, Marx'ın
da dediği gibi sosyalist toplumu doğurtmak için, bir ebe
gerekecektir; işte devrimin, eylemin zorunluluğu buradan gelir.
Ne var ki, işler bu kadar basit değildir. Bu dönüşümü önceye
alabilecek ya da geciktirebilecek insanların rolü unutulmamalıdır
(bu soruyu, bu kısmın beşinci bölümünde, Tarihsel Materyalizmden
sözederken yeniden yanıtlayacağız).
Şimdilik saptadığımız şey, her şeyde, şeylerin içgücü ile
(yani otodinamizm ile) oluşan süreçlerin, zincirleme sıralanışının
varlığıdır. Diyalektiğe göre, yeniden üzerinde duruyoruz,
hiçbir şey bitmiş, tamamlanmış değildir. Şeylerin gelişmesine,
son sahnesi olmayan bir gelişme olarak bakmak gerekir.
Dünya tiyatrosunda, bir piyesin sonu, başka bir piyesin
birinci perdesiyle başlar. Doğrusunu söylemek gerekirse,
bu birinci perde, bir önceki piyesin son perdesinde başlamıştır
bile.
II. 19. YÜZYILIN BÜYÜK BULUŞLARI
Metafizik düşünüşün terkedilmesini belirleyen, bilginleri
sonra da Marx ve Engels'i, şeyleri, diyalektik hareketleri
içinde ele almaya zorlayan şeyin, 19. yüzyılda yapılan buluşlar
olduğunu biliyoruz. Bu çağın özellikle üç büyük buluşu,
Engels'in Ludwig Feuerbach'ta değindiği buluşlar, diyalektiğin
ilerlemesini sağlamışlardır. (F. Engels, Ludwig Feuerbach ve
Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 44.)
1. Canlı hücrenin ve gelişiminin bulunuşu
(Organik hücre ile birlikte çoğalma ve başkalaşma (farklılaşma)
yoluyla bütün bitkisel ve hayvansal organizmanın gelişmesinin
başladığı birimi bularak, canlı doğanın iki büyük aleminin
(bitkiler ve hayvanlar aleminin) birbirine bağlılığını, sürekliliğini
ortaya koyan Schwann ile Schleiden olmuştur.)
Bu buluştan önce, temel olarak alınan düşünüş tarzı,
saptanımcılıktı. Türler birbirlerine yabancı olarak düşünülüyordu.
Üstelik, hayvanlar dünyası bir yanda, bitkiler dünyası da
öbür yanda, kesin olarak birbirlerinden ayrı tutuluyorlardı.
Hücrenin bulunuşu, 18. yüzyılın bilginlerinin ve düşünürlerinin
daha önce de ortaya attıkları evrim fikrinin belginlik
kazanmasına yolaçıyor. Bu buluş, yaşamın, ölümlerin
ve doğuşların ardarda sıralanarak oluştuğunu ve her canlı
varlığın benzer hücreleri olduğunu anlamaya olanak sağladı.
Bu gerçeğin ortaya çıkarılmış olması, hayvanlarla bitkiler
arasında herhangi bir sınırın varlığına artık izin vermez ve
metafizik anlayışı kovup atar.
2. Enerjinin dönüşümünün bulunuşu
Eskiden, bilim, örneğin, ses, ısı ve ışığın birbirine tamamıyla
yabancı olduklarına inanıyordu. Oysa, bütün bu başka
başka olayların birbirlerine dönüşebildikleri, cansız (inerte)
maddede de, canlı doğada olduğu kadar süreç zincirleri olduğu
bulunuyor. Bu buluş da, metafizik düşünüşe indirilmiş
bir darbedir.
3. İnsanda ue hayvanlarda evrimin bulunuşu
Engels der ki, Darwin, tüm doğa ürünlerinin, başlangıçta
tekhücreli küçük tohumların uzun bir gelişme sürecinin sonucu
olduğunu, her şeyin kökeninde hücre bulunan uzun bir
sürecin ürünü olduğunu ortaya koymuştur.
Ve gene Engels, bu üç büyük buluş sayesinde, bütün
doğa olaylarının zincirleme sıralanışını, yalnızca çeşitli bilim
alanlarının kendi içlerinde değil, ama değişik bilim alanları
arasında da izleyebileceğimiz sonucuna varır.
Demek ki, bu ikinci karşılıklı etki yasasının ifade edilebilmesi,
bilimlerle sağlanmıştır.
Bitkisel, hayvansal ve madensel konular arasında kesiklik
yoktur, yalnız süreçler vardır; her şey zincirleme birbirine
bağlanır. Ve bu, toplum için de doğrudur. İnsanlığın tarihi
içinden geçmiş olan değişik toplumlar, birinin zorunlu olarak
kendinden önce gelen toplumdan çıktığı bir süreçler zinciri
dizisi olarak ele alınmalıdır.
Demek ki, şunu aklımızda tutmak zorundayız: Bilim,
doğa, toplum bir süreçler zinciri olarak görülmelidir ve bu
zincirlemeyi geliştirmek için işleyen motor da otodinamizmdir.
III. TARİHSEL GELİŞME YA DA SARMAL (SPİRAL) GELİŞME
Tanımaya başladığımız süreci biraz daha yakından inceleyecek
olursak görürüz ki, elma, bir süreçler zincirlemesinin
sonucudur. Elma nereden geliyor? Ağaçtan geliyor. Ağaç
nereden geliyor? Elmadan. Şu halde öyle düşünebiliriz ki,
burada bir kısır döngü var ve hep aynı noktaya gelmek üzere,
bu kısır döngü içinde dönüyoruz. Ağaç elma. Elma ağaç.
Aynı biçimde yumurta tavuk örneğini alalım. Yumurta nereden
geliyor? Tavuktan. Tavuk nereden geliyor? Yumurtadan.
Eğer şeyleri bu biçimde ele alırsak, bu bir süreç olmaz,
bir çember olur, zaten bu görünüş de sonsuz dönüş fikrini
vermiştir. Yani biz hep aynı noktaya, aynı çıkış noktasına
dönüp geleceğiz.
Ama sorunun doğru olarak nasıl konduğunu görelim:
1. İşte bir elma.
2. Bu elma, değişikliğe uğrayarak, bir ağacı ya da ağaçları
meydana getirir.
3. Bir ağaç bir elma vermez, birçok elma verir.
Demek ki, aynı çıkış noktasına dönüp gelmiyoruz; biz, elmaya
dönüp geliyoruz, ama, başka bir düzlem üzerinde.
Gene ağaçtan yola çıkarsak, şimdi bizim:
1. Bir ağacımız olacak, bu ağaç,
2. elmalar verecek, bu elmalar da
3. ağaçlar verecek.
Burada da gene ağaca geri geliyoruz, ama başka bir düzlem
üzerinde. Bakış açısı genişlemiştir.
Demek ki, görünüşlerin düşündürttüğü gibi bir çember,
bir döngü yok karşımızda, ama tarihsel gelişme diye adlandıracağımız
bir gelişme süreci var. Tarih, zamanın iz bırakmaksızın
geçip gitmediğini gösterir. Zaman geçer, ama yeniden
ortaya çıkan aynı gelişmeler değildir. Dünya, doğa, toplum,
bir gelişme oluştururlar ki, bu tarihsel bir gelişmedir ve
felsefe dilinde buna sarmal (spiral) gelişme denir.
Bu imge, fikirleri saptamak için kullanılır; şöyle ki: Şeyler,
çemberimsi bir sürece göre evrim gösterirler, ama çıkış
noktasına dönüp gelmezler, biraz daha yükseğe, başka bir
düzlem (plan) üzerinde bir noktaya gelirler, ve böylece sürüp
giderek, yükselen, yukarı doğru bir sarmal oluşturur; bu
imge işte bu olguyu canlandırmak için yapılan bir benzetmedir.
Demek ki, dünyanın, doğanın, toplumun (sarmal biçiminde)
tarihsel bir gelişmesi vardır ve bu gelişmeyi hareket ettiren,
bunu unutmayalım, otodinamizmdir (özgüçtür).
IV. VARGI
Diyalektik konusundaki bu ilk bölümlerde ilk iki yasayı;
değişme yasasını ve karşılıklı etki yasasını incelemiş bulunuyoruz.
Bu inceleme, çelişki yasasının incelenmesini ele
alabilmek için zorunlu idi, çünkü, bu, diyalektik değişmenin
devindirici gücünü, otodinamizmi anlamamızı sağlayacaktır.
Diyalektiğe ilişkin birinci bölümde, bu teorinin metafizik
anlayışın baskısı altında niçin kalmış olduğunu, ve niçin 18.
yüzyıl materyalizminin metafizik bir materyalizm olduğunu
gördük. Şimdi, 19. yüzyılın, materyalizmin gelişmesine olanak
sağlayarak diyalektik olmasını sağlayan üç büyük buluşunu
kısaca gördükten sonra, bu felsefenin tarihinin, şu üç
büyük dönemden, (1) antikçağ materyalizmi (atomlar teorisi);
(2) 18. yüzyıl materyalizmi (mekanikçi ve metafizikçi),
son olarak da (3) diyalektik materyalizm gibi üç büyük dönemden
geçmesinin niçin zorunlu olduğunu daha iyi anlıyoruz.
Materyalizmin bilimlerden doğduğunu ve onlara bağlı
bulunduğunu belirtmiştik. Bu üç bölümden sonra, bunun ne
kadar doğru olduğunu görebiliriz. Diyalektik hareket ve diyalektik
değişmenin incelenmesi konusunda, sonra karşılıklı
etki yasasının incelenmesinde, bizim bütün düşünüş tarzlarımızın
bilimlere dayandığını gördük.
Bilimsel incelemelerin son derece özelleştiği ve (genellikle
diyalektik materyalizmi bilmeyen) bilginlerin, bazan, kendi
özel buluşlarının, bilimlerin tümüne oranla önemini anlayamadıkları
bugünkü günde, demiştik ki, felsefenin rolü,
ona düşen özel görev, dünyanın ve daha genel sorunların
açıklamasını yapmaktır; özellikle de, her bilim kolunun tüm
özel buluşlarını, bunların bir sentezini yapmak üzere biraraya
getirmek ve böylece bizi, giderek daha çok Descartes'ın
dediği gibi, doğanın efendisi ve sahibi yapacak bir teori
vermek, diyalektik materyalizmin özel görevidir.
:::::::::::::::::
|
|