.



 
   

bilinemezcilik

   
 


 

 

merhaba

FELSEFE OKULU

=> temel sorgulamalar-giriş-

=> idealizm

=> materyalizm

=> kim haklı (idealizm mi-materyalizm mi)?

=> bilinemezcilik

=> madde nedir?

=> materyalist olmak

=> materyalizmin tarihi

=> Metafizik, mekanikçilik, mantık

=> diyalektik

=> diyalektiğin yasaları 1

=> diyalektiğin yasaları 2

=> diyalektiğin yasaları 3

=> diyalektiğin yasaları 4

=> TARiHSEL MATERYALiZM 1

=> TARiHSEL MATERYALiZM 2

=> DiYALEKTiK MATERYALiZM VE iDEOLOJiLER

=> kişiler ve sözlük

=> ecco homo

KOMuNiST PARTi MANiFESTOSU

sivil itaatsizlik

ömer hayyam

ADRES VE LiNKLER

 


     
 

I. NİÇİN ÜÇÜNCÜ BİR FELSEFE?

  Bu ilk bölümlerden sonra, bize öyle gelebilir ki, bütün teorileri,
iki büyük akım, yani idealizm ve materyalizm paylaştığına
göre, bütün bu felsefi düşünüş biçimleri ortasında
kendi yerimizi bulmak, oldukça kolaydır. Ve gitgide, kanıtların,
materyalizm lehine savaştığı kanısı kesinlik kazanıyor.

  Öyle görünüyor ki, birkaç incelemeden sonra, bizi, usun
(aklın) felsefesine, yani materyalizme doğru götüren yolu
yeniden bulduk.

  Ama işler bu kadar basit değil. Daha önce de belirttiğimiz
gibi, zamanımızın idealistleri, piskopos Berkeley kadar
açık yürekli değiller. Onların düşünceleri, çok daha kurnazca
bir biçime sokulmuş, ve 'yeni' terminolojiyle bulanıklaştırılmış
böylece, saf kişiler, bu fikirleri, 'modern' bir felsefe
olarak kabul etmişlerdir. (V. İ. Lenin, Materyalizm ve
Ampiryokritisizm, s. 19)

  Gördük ki, felsefenin temel sorusuna, ancak birbirine tamamıyla
karşıt, birbiriyle çelişik ve uzlaşmaz iki yanıt verilebilir.
Bu iki yanıt, çok açıktır ve hiçbir karışıklığa meydan
vermez.

  Gerçekten de, aşağıyukarı 1710'a kadar, sorun şöyle konuyordu:
bir yanda, düşüncemizin dışında maddenin varolduğunu
ileri sürenler - bunlar materyalistlerdi; öte yanda,
Berkeley ile birlikte maddenin varlığını yadsıyanlar, maddenin
yalnızca bizde, bizim ruhumuzda varolduğunu ileri sürenler -
bunlar idealistlerdi.

  Ama bu dönemde, bilimler ilerlerken, başka filozoflar da
işin içine karıştı; bunlar, bu iki teori arasına bir karışıklık
sokan bir felsefe akımı yaratarak, idealistler ile materyalistler
arasındaki oy dengesini bozmaya çalıştılar; bir üçüncü
felsefenin aranması, bu karışıklığın kaynağı oldu.

  II. BU ÜÇÜNCÜ FELSEFENİN İLERi SÜRDÜĞÜ KANITLAR

  Berkeley'den sonra geliştirilerek hazırlanan bu felsefenin
esasına göre, şeylerin gerçek doğasını bilmeye çalışmak
yararsızdır ve biz, görünüşlerden başka bir şeyi bilemeyiz.

  Onun içindir ki, bu felsefeye, bilinemezcilik (agnostisizm)
denir. (Yunancada: a, olumsuzluk bildirir; gnostikos, bilinirlik,
bilinebilir anlamına gelir; agnostisizm ise, bilinemezcilik
demektir.)

  Bilinemezcilere göre, dünyanın, gerçekte, ruh mu, yoksa
doğa mı olduğu bilinemez. Şeylerin dış görünüşlerini tanımak,
bizim için olanaklıdır, ama gerçeği tanıyamayız, bilemeyiz.

  Güneş örneğini alalım. Daha önce gördük ki, güneş ilk
insanların düşündükleri gibi, düz ve kırmızı bir daire değildir.
Demek ki, bu daire, bir yanılsamadan, bir görünüşten
başka bir şey değildir (görünüş, bizim şeyler hakkında sahip
olduğumuz yüzeysel fikirdir, onun gerçeği değildir).

  Bunun içindir ki, idealistler ile materyalistlerin, şeylerin
madde mi, ruh mu olduklarını, şeylerin bizim düşüncemizin
dışında varolup olmadıklarını; bizim için onları tanıyıp bilmenin
olanaklı olup olmadığını anlamak için tartıştıklarını
dikkate alarak, bilinemezciler, görünüşler pekala bilinebilir,
ama gerçek hiçbir zaman bilinemez diyorlar.

  Onlar diyorlar ki, duyularımız bizim şeyleri görmemizi,
duymamızı, onların dış görünümlerini, dış yönlerini, yani
görünüşlerini tanımamızı sağlar; öyleyse bu görünüşler, bizim
için mevcuttur; onlar, felsefe dilinde bizim-için-şey denilen
şeyi oluştururlar. Ama biz, bizden bağımsız olan şeyi, kendine
özgü ve kendinde-şey denilen şeyi, kendi gerçeği ile tanıyamayız,
bilemeyiz.

  Durmaksızın bu konu üzerinde tartışan idealistler ile
materyalistler, tıpkı biri mavi, öteki pembe gözlük takıp da
karda gezinen ve karın gerçek renginin ne olduğunu tartışan
iki adama benzetilebilirler. Varsayalım ki, gözlüklerini hiç
çıkaramıyorlar. Bir gün karın gerçek rengini bilebilecekler
midir? Hayır. İşte, kimin haklı olduğunu anlamak için tartışan
idealistler ile materyalistlerin, biri mavi, öteki pembe
gözlük takıyor. Hiçbir zaman gerçeği bilemeyeceklerdir. Kar
hakkında kendileri-için bir bilgi edinecekler, her biri kendine
göre, kendi tarzında görecektir, ama hiçbir zaman kendinde
karı bilemeyeceklerdir. İşte bilinemezcilerin düşünüş
tarzları böyledir.

  III. BU FELSEFE NEREDEN GELİYOR?

  Bu felsefenin kurucuları, Hume (1711-1776) İskoçyalı,
Kant (1724-1804) bir Alman'dı. Her ikisi de materyalizm ile
idealizmi uzlaştırmaya çalıştılar.

  İşte, Lenin'in Materyalizm ve Ampiryokritisizm adlı kitabında
aktardığı Hume'un düşünüş tarzından bir parça:

  İnsanların doğal içgüdüleriyle ya da doğal yetenekleriyle
kendi duygularına güvenmeye eğilimli oldukları ve bizim
algılarımıza bağımlı olmayan ve duyarlıkla bezenmiş bütün
varlıklarla birlikte ortadan kalktığımız takdirde bile varolacak
olan bir dış evrenin varlığı, en ufak bir uslamlama yapmadan
ya da hatta uslamlamaya başvurmadan önce, her zaman
varsaydığımız apaçık belli bir şey olarak kabul edilebilir.
... Ama bütün insanların bu evrensel ve birincil kanısı,
bize, zihnimizde hiçbir şeyin bir simgesi ya da algısı dışında
varolamayacağını ve duyumların zihin ve nesne arasında
doğrudan doğruya herhangi bir müdahalede (Intercourse) bulunma
yeteneğinden yoksun olarak bu imgelerin içerisinden
geçtiği birer kanaldan başka bir şey olmadığını öğreten birazcık
felsefeyle hemen sarsılır. Görmekte olduğumuz masa;
ondan uzaklaştıkça daha küçük görünür, ama bizden bağımsız
olarak varolan gerçek masa, değişmez; o halde bizim zihnimiz,
masanın imgesinden başka bir şeyi algılamamıştır.
Usun gösterdikleri bunlardır.(V. İ. Lenin, Materyalizm ve
Ampiryokritisizm, s. 25-26.)

  Görüyoruz ki, Hume, her şeyden önce, sağduyuya uygun
geleni, yani bize bağımlı bulunmayan dış evrenin varlığını
kabul ediyor. Ama hemen ardından bu varlığı nesnel bir gerçek
olarak kabul etmeyi reddediyor. Ona göre, bu varlık, bir
imgeden başka bir şey değildir ve bu varlığı, bu imgeyi kaydeden
duyularımız, ruh ile nesne arasında herhangi bir ilişki
kurma yeteneğinde değildir.

  Kısacası, biz, şeylerin ortasında, sanki, perde üzerinde
nesnelerin imgesini onların varlığını saptadığımız, ama imgelerin
kendileri ardında, yani perdenin ardında herhangi
bir şeyin bulunmadığı bir sinemada yaşıyor gibiyiz.

  Şimdi, bizim aklımızın şeyleri nasıl tanıdığı bilinmek istenirse,
bu, bizzat zihnin enerjisine ya da bir tür görülemez
ve bilinemez bir ruhun varsayımına ya da bizce çok daha az
bilinen bir başka nedene bağlı olabilir. (V. İ. Lenin, Materyalizm
ve Ampiryokritisizm, s. 26.)

  IV. VARDIĞI SONUÇLAR

  İşte gözkamaştırıcı, ayrıca da çok yaygın bir teori. Tarih
boyunca, felsefe teorileri arasında, çeşitli görünümler altında
bu teoriyle karşılaşıyoruz; zamanımızda ise, ona tarafsız
kalmak ve bilimsel bir ihtiyatlılık içinde durumunu korumak
savında olanlarda raslıyoruz.

  Şu halde, bu düşünüş tarzlarının doğru olup olmadığını
ve bunlardan hangi sonuçların çıktığını incelememiz gerekir.

  Eğer, bilinemezcilerin savundukları gibi, şeylerin gerçek
doğasını bilmemiz gerçekten olanaklı değilse, eğer bizim bilgimiz
şeylerin görünüşü ile sınırlıysa, o zaman, nesnel gerçeğin
varlığını ileri süremeyiz ve şeylerin kendi başlarına varolup
olmadıklarını bilemeyiz. Bize göre örneğin, otobüs nesnel
bir gerçektir; bilinemezci ise, bize diyor ki, bu kesin değil, bu
otobüsün bir düşünce mi, yoksa bir gerçek mi olduğu bilinemez.
Demek ki, düşüncemizin, şeylerin yansısı olduğunu savunmamızı
yasaklıyor. Görüyoruz ki, işte burada, tam bir
idealist düşünüş tarzının ortasındayız, çünkü, şeylerin varolmadıklarını
ileri sürmekle, kısaca onların varolup olmadıklarının
bilinemeyeceğini ileri sürmek arasındaki fark, pek
büyük değildir!

  Bilinemezcinin, şeyleri, bizim-için-şeyler ve kendinde-şeyler
olarak birbirinden ayırdığını gördük. Demek ki, bizim-için-şeylerin
incelenmesi, öğrenilmesi olanaklıdır, bu bilimdir;
ama kendinde-şeylerin incelenmesi olanaklı değildir,
çünkü, bizim dışımızda varolan şeyleri tanıyamayız, bilemeyiz.

  Bu düşünüş tarzının sonucu şudur: Bilinemezci, bilimi
kabul eder, ve ancak, doğadan bütün doğaüstü güçleri çıkarıp
atmak koşuluyla bilim yapılabileceğinden, bilim karşısında,
materyalisttir.

  Ama eklemekte acele eder ki, bilim, bize ancak görünüşleri
verir, ve öte yandan, gerçekte maddeden başka bir şey
bulunmadığını, ya da hatta maddenin varolduğunu, ya da
tanrının varolmadığını, hiçbir şey tanıtlamaz. İnsan aklı bu
konuda hiçbir şey bilemez, öyleyse bu konulara burnunu sokmamalıdır.
Dinsel inanç gibi kendinde-şeyleri bilmenin
başka yolları varsa, bilinemezci, bunu da bilmek istemez ve
bunu tartışma hakkını kendinde bulmaz.

  Demek ki, bilinemezci, yaşamın gidişine ve bilimin yapısına
gelince, materyalisttir; ama materyalizmi olumlamaya
cüret edemeyen, her şeyden önce idealistlerle sorun çıkarmamaya
çalışan ve dinle çatışma haline girmemeye özen gösteren
bir materyalisttir. Utangaç bir materyalisttir. (Friedrich Engels,
Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Giriş, Sol Yayınları,
Ankara 1993, s. 37.)

  Vardığı sonuç şudur ki, bilimin derin değerinden kuşku
duymakla ve bilimde yalnızca görünüşleri görmekle, bu
üçüncü teori, bize, bilime hiçbir gerçeklik yüklememeyi öğütler
ve herhangi bir şeyi öğrenmeye çalışmanın, ilerlemeye
katkıda bulunmak için çaba göstermenin, tamamen yararsız
olduğunu ileri sürer.

  Bilinemezciler şöyle diyorlar: Eskiden, insanlar, güneşi
düz bir daire olarak görüyorlardı ve gerçeğin öyle olduğunu
sanıyorlardı; yanılıyorlardı. Bugün, bilim bize, güneşin gördüğümüz
gibi olmadığını söylüyor ve her şeyi açıklayacağını
ileri sürüyor. Ama gene biz biliyoruz ki, bilim de bir önceki
gün yaptığını, bugün yıkarak, sık sık yanılıyor. Dün yanlış
bugün doğru, ama yarın yanlış. Böylece, diye savunuyorlar
bilinemezciler, bilemeyiz; akıl, bize kesin hiçbir bilgi. getirmez.
Ve eğer, örneğin dinsel inanç gibi akıldan başka araçlar,
bize mutlak olarak kesin bilgiler vermeyi iddia ederlerse,
bilim, bizi bunlara inanmaktan bile alıkoyamayacaktır.
Bilime karşı güven ve inancı zayıflatarak, bilinemezcilik,
böylece, dinlere geri dönüşü hazırlar.

  V. BU ÜÇÜNCÜ FELSEFE NASIL ÇÜRÜTÜLÜR?

  Gördük ki, materyalistler, savlarını tanıtlamak için, yalnızca
bilimden değil, ama aynı zamanda bilimlerin denetlenmesine
olanak veren deneyimden de yararlanırlar. Pratiğin
sağladığı ölçüt sayesinde şeyler bilinebilir, tanınabilir.

  Bilinemezciler, bize dış dünya vardır ya da yoktur diye
iddia etmek olanağı yoktur, diyorlar.

  Oysa, pratik ile dünyanın ve şeylerin varolduklarını biliyoruz.
Bizim şeylerden edindiğimiz fikirlerin akla-yatkın,
akılsız olmayan fikirler olduğunu, şeylerle kendimiz arasında
kurduğumuz ilişkilerin gerçek ilişkiler olduğunu biliyoruz.

  Bu nesneleri, onlarda algıladığımız niteliklere göre, kendi
yararımıza kullanmaya başladığımız an, duyusal algılarımızın
doğruluğunu ya da yanlışlığını yanılmaz bir sınamadan
geçirmekteyizdir. Bu algılar yanlışsa, bir nesnenin onlara
göre kestirdiğimiz kullanım yolunun da yanlış olması ve
çabamızın boşa gitmesi gerekir. Ama amacımıza varmayı başarırsak,
o nesne ile onun bizdeki ideasının uyuştuğunu anlarsak;
nesne, ereğimiz için kendisinden beklediğimizi verirse,
o zaman bu, bizim o nesne ve onun nitelikleri üzerine
olan algılarımızın kendi dışımızdaki gerçeklikle uyuştuğunun
o ölçüde olumlu kanıtıdır. Ve bir başarısızlığa uğradığımız
zaman, başarısızlığımızın nedenini bulmada genellikle
pek gecikmeyiz; kendisine dayanarak iş gördüğümüz algının
ya eksik ve yüzlek, ya da başka algıların sonuçları ile onların
elvermediği bir tarzda birleştirilmiş olduğunu -kusurlu
usa vurma dediğimiz şey budur- anlarız. Duyularımızı gerektiği
gibi eğitmeye ve kullanmaya, ve eylemimizi gerektiği
gibi edinilmiş ve kullanılmış algıların belirlediği sınırlar
içinde tutmaya ne kadar dikkat edersek, eylemimizin sonucunun,
algılarımızla algılanan nesnelerin nesnel doğası arasındaki
uyuşmayı gösterdiğini o kadar iyi anlayacağız. Şimdiye
kadar, bilimsel olarak denetlenmiş duyu-algılarımızın,
zihnimizde, doğaları gereği, dış alem bakımından gerçeklikle
çatışmalı idealar yarattığı, ya da dış alemle onun bizdeki
duyu-algıları arasında bir iç bağdaşmazlık bulunduğu sonucuna
varmamıza yolaçan tek bir örnek yoktur. (Friedrich Engels,
Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Giriş, s. 38.)

  Engels'in tümcesini alarak, çöreğin (varlığının -ç.) kanıtı,
onun yenmesindedir (İngiliz atasözü) diyeceğiz. Eğer çörek
varolmasaydı, ya da bir fikirden başka bir şey olmasaydı,
çöreği yedikten sonra açlığımız hiç de giderilmiş olmazdı.
Onun için şeyleri tanımamız ve fıkirlerimizin gerçeğe uyup
uymadıklarını görmemiz pekala mümkündür. Bilimin verilerini
deneyim yoluyla ve bilimlerin teorik sonuçlarının pratikteki
uygulamaları demek olan sanayi yoluyla denetlememiz
olanağı vardır. Eğer biz, yapay kauçuk elde edebiliyorsak,
bu, bilim, kauçuk olan bu kendinde-şeyi biliyor, tanıyor
demektir.

  Şu halde görüyoruz ki, kimin haklı olduğunu anlamaya
çalışmak yersiz ve gereksiz değildir, çünkü, bilimin düşebileceği
teorik yanılgılar ortasında, deneyim, bize, her keresinde
gerçekten bilimin haklı olduğunun kanıtını verir.

  VI. VARGI

  18. yüzyıldan beri, bilinemezcilikten az ya da çok yararlanmış
olan çeşitli düşünürlerin, bu felsefeyi, bazan idealizme,
bazan da materyalizme doğru çekmiş olduklarını görürüz.
Bu düşünürler, Lenin'in dediği gibi, yeni sözcüklerin ardına
gizlenerek, hatta kendi düşünce düzenlerini payandalamak
için bilimden yararlandıklarını bile ileri sürerek, iki
teori arasında karışıklık yaratmaktan başka bir şey yapmazlar;
böylelikle de, bazı kişilerin, bilimden yararlandıkları için
idealist olmadıklarını, ama kanıtlarında ta sonuna kadar
gitmeyi göze alamadıkları ve tutarlı olmadıkları için de materyalist
olmadıklarını bildirmek olanağını veren rahat bir
felsefe edinmelerine olanak sağlar.

  Gerçekten, bilinemezcilik, 'utangaç' bir materyalizmden
başka nedir? Bilinemezci doğa kavramı, baştan sona materyalisttir.
Bütün doğal alem, yasalara bağımlıdır, ve bir dış
etkinin işe karışmasını kesinlikle dışarır. Ancak, bilinemezci,
şunu ekler: bilinen evrenin ötesinde yücelerden yüce bir
varlığın bulunduğunu ileri sürmemizi de çürütmemizi de
sağlayacak hiçbir aracımız yoktur. (Friedrich Engels, Ütopik
Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Giriş, s. 37.)

  Bu felsefe, demek ki idealizme yardım ediyor ve bilinemezciler;
kendi uslamlamalarında tutarsız olduklarından,
sonunda idealizme varıyorlar. Bilinemezciyi kazıyın, diyor
Lenin, idealisti bulacaksınız.

  Gördük ki, materyalizm ile idealizmden hangisinin haklı
olduğu bilinebiliyor.

  Şimdi görüyoruz ki, bu iki felsefeyi uzlaştırmak iddiasında
olan teoriler, gerçekte idealizmi tutmaktan başka bir şey
yapmıyorlar, felsefenin temel sorusuna üçüncü bir yanıt getirmiyorlar,
bu bakımdan da, üçüncü bir felsefe yoktur.

  OKUMA PARÇALARI

  V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 25-27;
145-152.

  F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin
Sonu, s. 20 vd..

  F. Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Giriş,
s. 30-55.

 

 
 

 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol