.



 
   

Metafizik, mekanikçilik, mantık

   
 


 

 

merhaba

FELSEFE OKULU

=> temel sorgulamalar-giriş-

=> idealizm

=> materyalizm

=> kim haklı (idealizm mi-materyalizm mi)?

=> bilinemezcilik

=> madde nedir?

=> materyalist olmak

=> materyalizmin tarihi

=> Metafizik, mekanikçilik, mantık

=> diyalektik

=> diyalektiğin yasaları 1

=> diyalektiğin yasaları 2

=> diyalektiğin yasaları 3

=> diyalektiğin yasaları 4

=> TARiHSEL MATERYALiZM 1

=> TARiHSEL MATERYALiZM 2

=> DiYALEKTiK MATERYALiZM VE iDEOLOJiLER

=> kişiler ve sözlük

=> ecco homo

KOMuNiST PARTi MANiFESTOSU

sivil itaatsizlik

ömer hayyam

ADRES VE LiNKLER

 


     
 

BİLİYORUZ Kİ, 18. yüzyıl materyalistlerinin yanlışları,
onların düşünü; biçimlerinden, onların, metafizik yöntem
dediğimiz özel araştırma yöntemlerinden gelmektedir. Öyleyse,
metafizik yöntem, özel bir dünya anlayışını anlatır, ve
belirtmemiz gerekir ki, nasıl marksist materyalizmi, marksizm-öncesi
materyalizmin karşısına koyuyorsak, diyalektik
materyalizmi de metafizik materyalizmin karşısına koyuyoruz.

  Bunun için, daha sonra, karşıtı, diyalektik materyalizmi
incelemek için şimdi bu metafizik yöntemin ne olduğunu
öğrenmemiz gerekir.

  I. BU YÖNTEMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ

  Burada Hegel'in 'metafizik' yöntem dediği... eski araştırma
ve düşünme yöntemini (F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik
Alman Felsefesinin Sonu, s. 43.) inceleyeceğiz.

  Hemen basit bir gözlemle işe başlayalım. İnsanların çoğuna,
hangisi daha doğal gelir: hareket mi, hareketsizlik mi?
Onlara göre şeylerin olağan (normal) durumu nedir: durgunluk
mu, değişkenlik mi?

  Genellikle, hareketten önce durgunluğun varolduğu ve
bir şeyin harekete başlayabilmesi için önce durgunluk halinde
bulunduğu düşünülür.

  Kutsal kitap da, bize, tanrı tarafından yaratılmış olan
evrenden önce, hareketsiz sonsuzluğun, yani durgunluğun
varolduğunu söylüyor.

  İşte sık sık kullandığımız bazı sözcükler: durgunluk ve
hareketsizlik, hareket ve değişme. Ama bu son iki sözcük, eş
anlamlı değillerdir.

  Hareket, sözcüğün dar anlamında, yer değiştirmedir. Örnek:
düşen bir taş, yürüyen bir tren hareket halindedir.

  Değişme, sözcüğün tam anlamıyla, bir biçimden başka
bir biçime geçmektir. Yapraklarını döken bir ağaç, biçim
değiştirmiştir. Ama değişiklik aynı zamanda bir durumdan
başka bir duruma geçiştir. Örnek: hava solunulamaz hale
gelmiş; bu değişmedir.

  Şu halde, hareket, yer değiştirme anlamına gelir; değişme,
değişiklik ise, biçim ya da durum değiştirmek demektir.
Anlam karışıklığını önlemek için bu ayrıma saygı göstereceğiz
(diyalektiği incelediğimiz zaman bu sözcüklerin anlamlarını
yeniden görmemiz gerekecek).

  Görmüş bulunuyoruz ki, genel bir biçimde, hareket ve
değişmenin durgunluktan daha az olağan olduğu düşünülür,
ve biz, şeyleri, değişmesiz ve durgun saymayı yeğ tutarız.

  Örnek: Biz, bir çift sarı ayakkabı aldık, bir zaman sonra,
birçok onarımdan (pençe, topuk değiştirme, birçok yamadan)
sonra, biz, gene de sarı ayakkabılarımı giyeceğim diyoruz,
onların artık o aynı ayakkabılar olmadıklarını hiç hesaba
katmıyoruz. Onlar, bizim için, hep şu zaman, bu fiyata satın
aldığımız sarı ayakkabılardır. Ayakkabılarınıızda sonradan
meydana gelen değişmeyi dikkate almıyoruz. Onlar daima
aynıdırlar, onlar özdeştirler. Biz, yalnız özdeşliği gördüğümüz
için, sanki önemli bir şey olmamış gibi, değişikliği
önemsemiyoruz. İşte bu da:

  1. Metafizik yöntemin birinci temel özelliği: Özdeşlik ilkesi.

  Bu olaylar karşısında hareketsizliği harekete, özdeşliği
değişmeye tercih etmekten ibarettir.

  Bu tercih, metafizik yönteminin birinci temel özelliğini
oluşturur ve bütün bir dünya anlayışından ileri gelir. Evren
dondurulmuş gibi düşünülür, diyecektir Engels. Doğa için,
toplum ve insan için de aynı şey düşünülecek. Onun için sık
sık güneşin altında yeni olan bir şey yok diye iddia edilir.
Bu, evren hareketsiz ve özdeş kalmış olduğundan, sonsuzdan
beri, hiçbir değişme olmamıştır demektir. Bununla, aynı
zamanda, dönem dönem aynı olaylara dönüldüğü de anlatılır.
Tanrı, balıkları, kuşları, memelileri vb. oluşturarak dünyayı
yarattı ve o zamandan beri hiçbir şey değişmedi, dünya
kımıldamadı. Gene denir ki, insanlar hep aynıdır, sanki insanlar
sonsuzdan beri değişmedi.

  Her gün kullanılan bu deyimler bizim içimizde ta derinlere
kadar kök salmış olan bir anlayışın yansısıdırlar ve burjuvazi
bu yanlıştan sonuna kadar yararlanır.

  Sosyalizm eleştirilirken, çok sevdikleri kanıtlardan birini,
insan bencildir, onu zor altında tutmak için savaşımcı bir
baskı zorunludur, yoksa karışıklık egemen olurdu kanıtını
öne sürerler. Bu da, gene, insanın her zaman için değişmez
bir doğası olduğunu düşünen bu metafizik anlayışın sonucudur.

  Elbette, birdenbire komünist bir düzende yaşama olanağına
sahip olsaydık, yani ürünler, herkesin emeğine göre değil de
gereksinmesine göre üleştirilmeye hemen kalkışılsaydı,
besbelli ki, gereksinmesinden fazlasına sahip olma heveslerini
karşılamak isteyenlerin saldırısına uğrayacak ve böyle
bir toplum yönetilemeyecekti. Bu böyle olmakla birlikte,
gene de komünist toplum yukarda belirtildiği gibidir ve bu
da akla-uygundur. Ama içimizde kök salmış metafizik bir
anlayış yüzündendir ki, göreli olarak, geleceğin insanının,
uzak bir gelecekte de bugünün insanına benzer bir biçimde
yaşayacağını tasarlıyoruz.

  Bu bakımdan, sosyalist ya da komünist toplumun yaşanabilir
bir toplum olmadığı, çünkü insanın bencil olduğu ifade
edilirken, toplum değiştiği zaman insanın da değişeceği
unutuluyor.

  Sovyetler Birliği üzerine, her gün birtakım eleştiriler işitilir.
Bu eleştiriler, onları dile getirenlerin şeyleri kavramadaki
güçsüzlüklerini gözlerimizin önüne sermektedir. Bu onların
metafizik bir dünya anlayışına sahip olmalarından,
şeyleri metafizik bir biçimde anlamalarından ileri gelir.

  Verebileceğimiz birçok örnekten yalnızca şunu ele alalım:
Bize diyorlar ki, Sovyetler Birliği'nde, bir işçi, ürettiklerinin
toplam değerine karşılık olmayan bir ücret almaktadır;
demek ki bir artı-değer vardır, yani onun ücretinden bir miktar
alınmaktadır. Öyleyse çalınmaktadır. Fransa'da da durum
aynıdır, işçiler sömürülüyor; şu halde bir Sovyet işçisi
ile bir Fransız işçisi arasında fark yoktur.

  Metafizik anlayış bu örneğin neresindedir? Bu anlayış,
burada, iki tip toplum olduğunun dikkate alınmamasında,
iki toplum arasındaki ayrılıkların hesaba katılmamasındadır.
Burada ve orada, her iki ülkede, artı-değerin varolduğunu
sanmak da, insanın ve makinenin artık Fransa'daki ile
aynı ekonomik ve toplumsal anlamı olmayan SSCB'de ortaya
çıkan değişmeleri dikkate almaksızın, metafizik bir biçimde
düşünmek demektir. Oysa, bizim ülkemizde, emeğini sömürmek
için insan ve makine (patronun hizmetinde) üretmek
için vardır. SSCB'de ise, insan, kendi emeğinin meyvesinden
yararlanmak için ve makine (insanın hizmetinde) üretmek
için vardır. Fransa'da artı-değer patrona gider, SSCB'de ise
sosyalist devlete, yani sömürücü olmayan ortaklığa gider.
Şeyler değişmiştir.

  Şu halde; bu örnekte görüyoruz ki, yargılama yanlışları,
iyi niyetli olanlarda, metafizik bir düşünce yönteminden,
özellikle bu yöntemin birinci temel özelliğinin, yani değişmeye
değer vermemek, hareketsizliği seçmek ya da kısaca, özdeşliği
sonsuzlaştırmaya yönelik olmak biçiminde kendini
gösteren temel özelliğin uygulanmasından ileri gelmektedir.

  Peki ama nedir bu özdeşlik? Diyelim ki, 1 Ocak 1935'te
tamamlanan bir evin yapılışını gördük. 1 Ocak 1936'da ve
bunu izleyen diğer yıllarda, bu evin, özdeş bir ev olduğunu
söyleyeceğiz, çünkü hep iki katlıdır, ön yüzünde hep yirmi
penceresi ve iki kapısı vb. vardır, çünkü o hep aynı kalıyor,
değişmiyor, farklı değildir. Demek ki, özdeş olmak, aynı kalmaktır,
başka olmamaktır. Ama gene de bu ev değişmiştir! O
yalnızca ilk bakışta, yüzeysel olarak, aynı kalıyor. Şeyleri
daha yakından gören mimar ya da duvarcı ustası, evin yapılışından
bir hafta sonra artık onun aynı ev olmadığını iyi bilir:
şurada burada küçük bir çatlak oluşmuştur, şurada bir
taş oynamıştır, ötede rengi solmuştur vb.. Şu halde şeyler,
ancak kaba olarak düşünüldüklerinde, özdeş gibi görünürler.
Ayrıntılarıyla tahlil edildiklerinde, durmadan değiştikleri
(anlaşılır).

  Öyleyse, metafizik yöntemin birinci temel özelliğinin,
pratik sonuçları nelerdir?

  Biz, şeylerde özdeşlik görmeyi, yani onları aynı kalmış
görmeyi daha çok sevdiğimiz için, örneğin şöyle diyoruz: Yaşam
yaşamdır ve ölüm ölümdür. İddia ediyoruz ki, yaşam
(aynı) yaşam olarak kalıyor, ölüm de aynı ölüm olarak kalıyor;
her şey bunun gibi.

  Şeyleri kendi özdeşi içinde düşünmeye alıştığımız için,
onları birbirlerinden ayırıyoruz. Bir sandalye, bir sandalyedir
demek, doğal bir gerçeği belirtmektir, ama bu, özdeşlik
üzerine parmak basmak ve aynı zamanda, bu bir sandalye
değildir, bir başka şeydir, demektir.

  Bunu söylemek o kadar doğal bir şeydir ki, onun altını çizerek
belirtmek, çocukça görünür. Aynı türden fikirlerle şöyle
diyeceğiz: At, attır ve at olmayan bir başka şeydir. Şu
halde sandalyeyi bir yana, atı bir yana ayırıyoruz ve her şey
için aynı şeyi yapıyoruz. Böylece, şeyleri kesinlikle birbirinden
ayırarak, ayırdediyoruz, ve dünyayı ayırdedilmiş şeylerin
bir koleksiyonu haline dönüştürüyoruz, bu da:

  2. Metafizik yöntemin. ikinci temel özelliği: Şeylerden ayırma
(tecrit).

  Şimdi söylediklerimiz bize öyle doğal görünür ki, bunu
söylemek de ne oluyor diye kendi kendine sorabilir insan.
Göreceğiz ki, her şeye karşın bunu söylemek zorunlu idi,
çünkü bu düşünüş tarzı, bizi şeyleri belli bir açıdan görmeye
götürür.

  Ve gene bu yöntemin ikinci temel özelliğini de, pratik sonuçlarıyla
değerlendireceğiz.

  Günlük yaşamda, hayvanları ele alır ve onlar hakkında,
varlıkları birbirinden ayırarak düşünürsek, başka başka
cinslerden ve türlerden olan varlıklar arasında ortak olan
şeyleri görmeyiz. Bir at, bir attır ve bir inek, bir inektir.
Onlar arasında hiçbir ilişki yoktur.

  Bu, hayvanları, kesin olarak birbirlerinden ayırarak sınıflandıran
ve onlar arasında hiçbir ilişki görmeyen eski zoolojinin
bakış açısıdır. Bu da, gene metafizik yöntemin uygulanmasının
sonuçlarından biridir.

  Bir başka örnek olarak şunu alabiliriz: Burjuvazi, bilimin
bilim olarak, felsefenin felsefe olarak, siyasetin de siyaset
olarak kalmasını ister; ve kuşkusuz, üçü arasında, ortak
hiçbir şey, kesin olarak herhangi bir ilişki yoktur.

  Böyle bir uslamlamanın pratik sonucu şudur: Bilgin, bilgin
olarak kalmalıdır, bilimi felsefeye, siyasete karıştırmamalıdır.
Bir filozof için de, bir siyaset adamı için de durum
aynı olacaktır.

  İyi niyetli bir insan böyle düşündüğü zaman, bir metafizikçi
olarak uslamlama yürütüyor denilebilir. İngiliz yazarı
Wells, birkaç yıl önce, artık hayatta bulunmayan, büyük yazar
Maksim Gorki'yi ziyaret etmek üzere Sovyetler Birliği'ne
gitti. Gorki'ye, siyasetle uğraşmayacak bir edebiyatçılar kulübü
kurmayı önerdi, çünkü, onun kafasında, edebiyat edebiyattı
ve siyaset siyasetti. Gorki ve arkadaşlarının gülmeye
başladığını gören Wells üzülmüş. Ne var ki, Wells, yazarı,
toplumun dışında yaşayan bir adam olarak görüyor ve öyle
kavrıyordu; oysa Gorki ve arkadaşları, yaşamın böyle olmadığını,
gerçekte, her şeyin -istense de, istenmese de- birbirine
bağlı olduğunu biliyorlardı.

  Günlük yaşamın pratiği içinde, şeyleri sınıflandırmaya,
birbirlerinden ayırmaya, onları yalnız kendileri için görmeye
ve incelemeye çalışıyoruz. Marksist olmayanlar, genellikle
devleti toplumdan ayırarak, toplum biçiminden bağımsız olarak
görürler. Böyle düşünmek, devleti toplumdan yalıtmak,
onu gerçekte olan ilişkilerinden ayırmak demektir.

  İnsanı öteki insanlardan, çevresinden, toplumdan yalıtıp
ondan sözedildiğinde de, aynı yanlış yapılır. Makinenin de,
üretimde bulunduğu toplumdan yalıtılarak kendisi için makine
olarak düşünülmesi, şu yanlış anlayışa benzer: Paris'te
makine, Moskova'da makine; burada da, orda da artı-değer,
hiçbir fark yok, tıpatıp aynı şeyler.

  Bununla birlikte, bu sürekli okunan ve okuyanların benimsedikleri
bir düşünüş tarzıdır, çünkü, alışılagelen ve genel
olan bakış açısı, şeyleri böler, (birbirinden) ayırır. Bu metafizik
yöntemin alışılmış bir temel özelliğidir.

  3. Üçüncü temel özellik: Sonsuz ve aşılmaz bölmeler.

  Şeyleri, değişmeyen ve hareketsiz olarak düşünmeyi tercih
ettikten sonra, biz, onları sınıflandırdık, onlardan kataloglar
yaptık, böylelikle de, onlar arasında, birbirleriyle olabilecek
ilişkilerini bize unutturan bölmeler yarattık.

  Bu biçimde görmek ve karara varmak, bizi, bu bölmelerin
bir zaman varoldu mu, her zaman varolduklarını (bir at,
bir attır) ve mutlak, aşılmaz ve sonsuz olduklarını sanmaya
götürür. İşte metafizik yöntemin üçüncü temel özelliği.

  Ama bu yöntemden sözettiğimiz zaman dikkat etmemiz
gerekir; çünkü biz marksistler, kapitalist toplumda, iki sınıfın,
burjuvazi ile proletaryanın varolduğunu söylediğimiz,
bölmeler yaptığımız zaman, bizim de, metafizik görüşle gerdeğe
girdiğimiz sanılabilir. Ancak, yalnızca bölmeler yapmış
olmakla, metafizikçi olunmaz, bu bölmeleri yapış biçimiyle,
bu bölmeler arasında bulunan farkları ve ilişkileri yerleştiriş
tarzıyla metafizikçi olunur.

  Biz, toplumda iki sınıf var dediğimiz zaman, burjuvazi,
örneğin, hemen zenginler ve yoksullar var diye düşünür. Ve
kuşkusuz, bize Her zaman zenginler ve yoksullar olmuştur
diyecektir.

  Her zaman olmuştur ve her zaman olacaktır, işte bu,
metafizik bir düşünüş tarzıdır. Şeyler, birbirlerinden bağımsız
olarak her zaman için sınıflandırılır, onların arasına aşılmaz
bölmeler, duvarlar konur.

  Burjuvazi ile proletaryanın varlığının gerçek olduğunu
göstermek yerine, toplum, zenginler ve yoksullar olarak bölünür,
burjuvazi-proletarya bölmesi kabul edilse bile, bu sınıflar,
karşılıklı ilişkileri, yani sınıf savaşımı dışında düşünülür.
Şeyler arasına kesin engeller yerleştiren bu üçüncü
temel özelliğin pratik sonuçları nelerdir? Buna göre, bir at
ve inek arasında herhangi bir akrabalık bağı olamaz. Bizi
kuşatan her şey için ve bütün bilimler için de aynı şey olacak.
Daha ilerde bunun doğru olup olmadığını göreceğiz;
ama şimdi, tanımlamış bulunduğumuz bu üç ayrı temel özelliğin
sonuçlarının neler olduğunu araştırmak gerekiyor; bu da:

  4. Dördüncü temel özellik: Karşıtların karşı karşıya konması.

  Şimdi bütün bu söylediklerimizden şu çıkıyor: Yaşam,
yaşamdır ve ölüm, ölümdür dediğimiz zaman, yaşam ve
ölüm arasında hiçbir ortak yan olmadığını iddia ediyoruz.
Yaşamı ve ölümü; her birini, kendileri için görerek, aralarında
varolabilecek ilişkileri görmeksizin, onları, birbirlerinden
ayrı olarak sınıflandırıyoruz. Bu koşullar içinde, yaşamını
yitirmiş olan bir adam, ölü bir şey sayılmalıdır, çünkü yaşam
ile ölüm, karşılıklı olarak birbirlerini dıştaladıklarına göre,
bu insanın, aynı zamanda, hem canlı, hem de ölü olması olanaksızdır.

  Şeyleri birbirinden ayrı, kesin olarak birbirinden farklı
sayarak, onları, birbirleriyle karşı karşıya tutmuş oluruz.

  İşte, bu karşıtları birbirine karşı tutan, karşıt iki şeyin
aynı zamanda varolmayacağını iddia eden metafizik yöntemin
dördüncü temel özelliği.

  Gerçekte, bu yaşam ve ölüm örneğinde, üçüncü bir olanak
olamaz. Birbirinden ayırdığımız bu iki olanaktan birini
seçmemiz kesenkes gereklidir. Kabul ediyoruz ki, üçüncü bir
olanak bir çelişki olacaktır, ve bu çelişki bir saçmalıktır, o
halde, olanaksız bir şeydir.

  Metafizik yöntemin dördüncü özelliği, öyleyse çelişki korkusudur.

  Bu düşünüş tarzının pratik sonuçları şöyledir: Örneğin,
demokrasi ve diktatörlükten sözedildiğinde, metafizik görüş,
ister ki, toplum, bu ikisi arasında bir seçim yapsın, çünkü
demokrasi demokrasidir, diktatörlük de diktatörlüktür. Demokrasi,
diktatörlük değildir, ve diktatörlük, demokrasi değildir.
Seçmemiz gerekir, yoksa bir çelişki; bir saçmalık, bir
olanaksızlıkla karşı karşıya kalırız.

  Marksist tutum, büsbütün başkadır.

  Bizler, tersine, proletarya diktatörlüğünün, örneğin, aynı
zamanda, hem yığınların diktatörlüğü ve hem de sömürülen
yığınlar için demokrasi olduğunu düşünürüz.

  Biz, yaşamın, canlı varlıkların yaşamının, ancak hücreler
arasında sonsuz bir savaşım olduğu için, ancak sürekli
olarak bir kısım hücreler öldükleri ve başka hücreler onların
yerlerini aldıkları için olabildiğini düşünürüz. Bu biçimde,
yaşam, kendi içinde ölümü de içerir. Biz, metafiziğin düşündüğü
gibi, ölümün öylesine tam, eksiksiz ve yaşamdan ayrı
olmadığını düşünürüz; çünkü bazı hücreler belirli bir süre
yaşamaya devam ettiğine ve bu ölüden başka yaşamlar doğacağına
göre, bir ölü üzerinde bütün yaşam tamamen yok olmamıştır.

  II. ÖZET

  Şu halde görüyoruz ki, metafizik yöntemin çeşitli temel
özellikleri, bizi, şeyleri belirli bir açıdan anlamaya zorlar ve
belirli bir biçimde düşünmeye sürükler. Daha ilerde, inceleyeceğimiz
ve genellikle karşılaşılan görme, düşünme, inceleme,
tahlil tarzı biçimine çok uygun düştüğünü gösterdiğimiz
bu tahlil tarzının, belirli bir mantığı olduğunu saptayacağız.

  Konumuzu özetlememizi sağlayacak sıralamaya şöyle
başlanabilir:

  1. Şeyler, hareketsizlikleri, özdeşlikleri içinde görülür.

  2. Şeyler, birbirlerinden ayrılırlar ve karşılıklı ilişkilerinden
sıyrılırlar.

  3. Şeyler arasına, sonsuz bölmeler, aşılmaz duvarlar çekilir.

  4. Birbirine karşıt iki şeyin, aynı zamanda varolamayacakları
iddia olunarak, karşıtlar, birbirine karşı konur.

  Genel özelliklerin her birinin pratik sonuçlarını incelerken,
bunlardan hiçbirinin gerçeğe uygun düşmediğini gördük.

  Acaba dünya, bu anlayışa uygun mudur? Acaba, doğada,
şeyler değişmez ve hareketsiz midir? Hayır. Biz her şeyin değiştiğini
saptıyoruz ve hareket halinde olduğunu görüyoruz.
O halde, bu anlayış, şeylerin kendileriyle bağdaşmaz. Elbette ki,
haklı olan doğadır ve yanlış olan bu anlayıştır.

  Daha en başta, felsefe, evreni, insanı, doğayı vb. açıklamak
ister, diye tanımlamıştık. Bilimler özel sorunları inceler,
felsefe ise, yukarda söylediğimiz gibi, bilimleri birleştiren
ve derinleştiren daha genel sorunları inceler.

  Oysa, bütün sorunlara, uygulanan eski metalizik düşünüş
yöntemi de, evreni, insanı ve doğayı tamamıyla özel bir
biçimde ele alan bir felsefe anlayışıdır.

  Metafizikçi için, şeyler ve onların düşüncedeki yansıları
olan kavramlar, biri ötekinden sonra ve öteki olmaksızın
dikkate alınacak değişmez, eğilip bükülmez, her zaman tıpkı
kalan, yalıtık irdeleme konularıdır. Metafizikçi orta terimler
olmaksızın, yalnızca anti-tezler aracıyla düşünür: evet evet,
hayır hayır der; bunun ötesine geçen şey metelik etmez. Ona
göre, bir şey ya var, ya da yoktur; bir şey aynı zamanda hem
kendisi, hem de bir başkası olamaz. Olumlu ile olumsuz birbirlerini
mutlak olarak dıştalarlar; neden ve sonuç da aynı
derecede sert bir biçimde birbirlerine karşı gelirler. (Friedrich
Engels, Anti-Dühring, s.65)

  Demek ki metafizik anlayış evreni, donmuş şeyler kümesi
gibi düşünür. Bu düşünüş biçimini iyice kavramak
için, onun, doğayı, toplumu, düşünceyi nasıl anladığını, nasıl
tasarladığını inceleyeceğiz.

  III. METAFİZİK DOĞA ANLAYIŞI

  Metafızik, doğayı, kesin olarak saptanmış şeyler topluluğu
olarak kabul eder.

  Ama seylere bakışın iki biçimi vardır.

  Düşünüşün birinci tarzı, dünyayı, kesin olarak, hareketsiz
kabul eder ve hareketin, bizim duyularımızın bir yanılsaması
olduğuna inanır. Eğer görünürde olan hareketi çıkarırsak,
doğa kımıldamaz.

  Bu teori, Elealılar denilen bir Yunan felsefe okulu tarafından
savunuldu. Bu dargörüşlü anlayış, gerçekle öylesine
çelişik bir anlayıştır ki, zamanımızda artık tutulmamaktadır.

  Doğayı donmuş şeyler kümesi olarak düşünüşün ikinci
tarzı, çok daha ustacadır. Doğanın hareketsiz olduğu söylenmez,
pekala kımıldadığı, ama bu hareketin mekanik bir yer
değiştirme olduğu iddia edilir. Burada, birinci düşünüş tarzı
ortadan kalkar; artık hareket yadsınmaz ve bu, metafizik bir
anlayış değilmiş gibi görünür. Bu anlayışa mekanikçi anlayış
(ya da mekanikçilik ) denir.

  Bu anlayış, pek sık işlenen ve 17. ve 18. yüzyıl materyalistlerinde
rasladığımiz bir yanlıştır. Gördük ki, bunlar doğayı,
hareketsiz saymıyorlar, hareket halinde sayıyorlar, ne
var ki, onlara göre, bu hareket bayağı bir mekanik değişme,
yer değiştirmedir.

  Onlar, güneş sistemini tamamen kabul ederler (yer yuvarlağı,
güneşin çevresinde döner), ama bu hareketin salt
mekanik bir hareket, yani bir yer değiştirme olduğunu düşünürler
ve bu hareketi yalnızca bu yönüyle, bu görünümüyle
dikkate alırlar.

  Ama şeyler böylesine yalın değildir. Yer yuvarlağının
dönmesi, elbette ki mekanik bir harekettir, ama yer yuvarlağı
bir yandan dönerken, bir yandan da bazı etkilere uğrar,
örneğin soğur. Öyleyse yalnız bir yer değiştirme yoktur, meydana
gelen başka değişiklikler de vardır.

  Demek ki, mekanikçi denilen bu anlayışın temel özelliğini
belirleyen şey, yalnız mekanik hareketin dikkate alınmasıdır.

  Dünya durmaksızın dönüyorsa da ona hiçbir şey olmaz;
dünya yer değiştirir, yuvarlağın kendisi değişmez; kendi kendisiyle
özdeş kalır. Bizden önce olduğu gibi, bizden sonra da
dönmeye devam eder, daima ve daima döner. Böylece her
şey, sanki hiçbir şey olmamış gibi sürer gider. Öyleyse görüyoruz
ki, hareketi kabul etmek, ama onu salt bir mekanik
hareket olarak kabul etmek, metafizik bir anlayıştır, çünkü
bu hareketin tarihi (yani başı ve sonu -ç.) yoktur.

  Parçaları kusursuz olan ve aşınmaz bir malzemeden yapılmış
bir saat, hiçbir değişime uğramadan sonsuza kadar işleyecektir
ve böyle bir saatin bir tarihi olmayacaktır. Böyle
bir dünya anlayışına Descartes'ta sık sık raslanır. O, bütün
fizik ve fizyoloji yasalarını mekaniğe indirgemeye çalışır.
Kimyaya ilişkin hiçbir fikri yoktur (kan dolaşımı açıklamasına
bakınız), ve onun, şeylere ilişkin mekanikçi anlayışı, 18.
yüzyıl materyalistlerinin de anlayışı olacaktır.

  (Salt olarak daha az mekanikçi olan ve diyalektik anlayışı
sezinleyen Diderot'yu bunlardan ayrı tutacağız.)

  18. yüzyıl materyalistlerinin temel özelliklerini belirleyen
şey, onların, doğayı, bir saat mekanizması gibi kabul etmeleridir.

  Eğer gerçekten böyle olsaydı, şeyler, hiç iz bırakmadan
aynı noktaya dönüp gelirlerdi ve doğa, kendi kendine özdeş
kalırdı. Bu da metafizik yöntemin birinci özelliğidir.

  IV. METAFİZİK TOPLUM ANLAYIŞI

  Metafizik anlayış, toplumda, hiçbir şeyin değişmemesini
ister. Ama, bu istek, genellikle, böyle sunulmuyor. Örneğin,
üretimde hammaddelerden mamul nesneler üretilmesinde
olduğu gibi, siyasette hükümetlerin birbirini izlemesinde olduğu
gibi, değişiklikler olduğu kabul edilir. İnsanlar, bütün
bunları bilirler. Ama kapitalist rejimi, kesin, sonsuz sayarlar
ve hatta bazan bir makine ile karşılaştırırlar.

  İşte böyle zaman zaman ekonomi makinesinin bozulmasından
sözedilir, ama makineyi kaybetmemek için, onun
onarılması istenir. Bu ekonomi makinesinin, otomatik bir
aygıt gibi, bazılarına kar payları, bazılarına da yoksulluk
dağıtmayı sürdürebilmesi istenir.

  Gene, burjuva parlamenter rejimi olan siyaset makinesinden
sözedilir, ve bazan solda, bazan sağda olsa da, ondan
yalnızca bir şey, kapitalizmin ayrıcalıklarını korumak için
işlemesi istenir.

  İşte toplumu bu biçimde düşünmek de, mekanikçi, metafizik
bir anlayıştır.

  Bağrında bütün bu çarkların işlediği ve böylece işleyişini
sürdürdüğü bu toplum olanaklı olsaydı, hiçbir iz bırakmayacaktı;
sonuç olarak, o halde, tarih içinde geçmişi ve geleceği
olmayacaktı.

  Gene bütün evren için, özellikle toplum için geçerli olan,
çok önemli bir mekanikçi anlayış vardır ki, bu tarih daima
yinelenir formülü ile, düzenli bir gidiş ve aynı olaylara devirli
biçimde dönüp gelme fikrini yaymaktan ibarettir.

  Bu anlayışların çok yaygın olduğunu belirtmek gerekir.
Toplum içinde bulunan ve varlığı saptanan hareket ve değişme,
gerçekten yadsınmaz, ama hareketin kendisi, yalın bir
mekanizmaya çevrilerek, tahrif edilir.

  V. METAFİZİK DÜŞÜNCE ANLAYIŞI

  Çevremizde, alışılan düşünce anlayışı nedir?

  Biz sanırız ki, insan düşüncesinin başı sonu yoktur ve olmamıştır.
Şeyler değişse bile, bizim uslamlama biçimimizin,
yüz yıl önce yaşayan insanın uslamlama biçimi ile özdeş olduğuna
inanırız. Duygularımızın eski Yunanlıların duyguları
ile aynı olduğunu, iyiliğin ve aşkın her zaman varolduğunu
düşünürüz. Böylece sonsuz aşktan sözederiz. İnsan duygularının
değişmediği inancı, çok yaygındır.

  Bu yüzden, örneğin bireysel ve bencil zenginleşmeye dayanmayan
başka bir toplumun varolamayacağı söylenir ve
yazılır. Gene insanların istekleri, her zaman aynıdır sözünün
sık sık duyulması da bunun içindir.

  Çoğu kez böyle düşünürüz. Birçokları daha sık böyle düşünür.
Metafizik anlayışın, diğer bütün şeylerde olduğu gibi,
düşüncenin hareketi içine işlemesine de karışmayız. Çünkü
bizim eğitimimizin temelinde bu yöntem, bu düşünce biçimi,
bize ilk bakışta son derece usayatkın görünüyorsa bunun
nedeni bu düşünce biçiminin sağduyu denilen şeyin düşünce
biçimi olmasıdır. (Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 65.)

  Bundan çıkan sonuca göre, bu metafizik görüş ve düşünüş
biçimi, yalnızca bir dünya anlayışı değil, aynı zamanda,
düşünmek için tutulan bir yol, bir yöntemdir.

  Oysa, her ne kadar metafizik düşünüşleri reddetmek, göreli
olarak kolaysa da, buna karşılık, metafizik düşünüş yönteminden
kaçınmak çok daha güçtür. Bu konuya bir açıklık
getirmeliyiz: Evreni görüş biçimimize bir anlayış, açıklamaları
arayış biçimimize bir yöntem diyoruz.

  Örnekler:

  a) Toplumda gördüğümüz değişiklikler, yalnızca dış görünüşlerdir,
daha önce de varolanı yinelerler. İşte bir anlayış.

  b) Toplum tarihinde daha önceden yeralmış bir şey, güneşin
altında yeni hiçbir şey yoktur sonucunu çıkarmak için
araştırılırsa, işte bu, bir yöntemdir.

  Ve biz saptıyoruz ki, yöntemi, anlayış esinler ve belirler.
Çok açıktır ki, anlayış tarafından bir kez esinlenen yöntem
bu kez anlayışı yöneterek, ona yol göstererek, onun üzerinde
etkili olur.

  Metafizik anlayışın ne olduğunu gördük; şimdi de onun
araştırma yöntemini göreceğiz. Buna mantık denir.

  VI. MANTIK NEDİR?

  Mantıkın iyi düşünme sanatı olduğu söylenir. Gerçeğe
uygun bir biçimde düşünmek demek, mantığın kurallarına
göre düşünmektir.

  Bu kurallar nelerdir? Başlıca şu üç büyük kural vardır:

  1. Özdeşlik ilkesi: Daha önce de gördüğümüz gibi, bu, bir
şeyin kendi kendisine özdeş olduğunu, değişmediğini kabul
eden kuraldır (at, attır).

  2. Çelişmezlik ilkesi: Bir şey, aynı zamanda, hem kendisi,
hem de karşıtı olamaz. Seçmek gerekir (yaşam, hem yaşam
ve hem de ölüm olamaz).

  3. Üçüncünün olanaksızlığı ilkesi - ya da üçüncü durumun
olanaksızlığı: Bu demektir ki, çelişik iki olabilirlik arasında,
bir üçüncünün yeri yoktur. Yaşam ile ölüm arasında
seçim yapmak gerekir. Üçüncü bir olanak yoktur.

  Şu halde, mantıklı olmak iyi düşünmek demektir, iyi düşünmek
ise bu üç kuralı uygulamayı unutmamak demektir.

  Daha önce incelediğimiz ve metafizik anlayıştan gelen ilkelerden,
bunu biliyoruz.

  O halde, mantık ile metafizik sıkısıkıya birbirine bağlıdır;
mantık, her şeyi çok belirli bir biçimde sınıflandırma yolunu
tutan, bu bakımdan bizi, şeyleri kendi kendileriyle özdeş
görmeye zorlayan, ve sonra bizi, seçmek, evet ya da hayır
demek zorunda bırakan ve sonuç olarak, iki durum arasında,
örneğin yaşam ile ölüm arasında, üçüncü bir olanağı kabul
etmeyen bir düşünüş yöntemi, bir alettir.

  Bütün insanlar ölümlüdür; bu arkadaş da bir insandır;
öyleyse o da ölümlüdür dendiği zaman, bu, tasım (kıyas,
syllogisme) denilen şeydir (bu, mantıklı düşünüşün tipik
biçimidir). Biz, böyle düşünmüş olmakla, arkadaşın yerini
belirlemiş olduk, bir sınıflandırma yaptık.

  Bir insanla ya da bir şeyle karşılaştığımız zaman, Onu
nasıl sınıflandırmak (nereye koymak) gerekir? diye kendi
kendimize sormak, bizim zihinsel eğilimimizdir. Aklımıza,
bu sorundan başka bir şey gelmez. Biz, şeyleri, çeşitli boyutlarda,
çemberler ya da kutular gibi düşünürüz, ve aklımız,
bu çemberleri ya da kutuları, belli bir sıraya göre birbiri içine
sokmaya çalışır.

  Yukarıdaki örneğimizde, ilkin bütün ölümlüleri içine
alan bir çember, sonra bütün insanları içine alan daha küçük
bir çember; ve daha sonra da yalnız bu arkadaşı içine
alan bir çember gösteriyoruz.

  Eğer bu çemberleri sınıflandırmak istersek, belli bir
mantıka göre, bu çemberleri birbiri içine sokacağız.

  Demek ki, metafizik anlayış, mantık ve tasımla yapılmıştır.
Bir tasım üç önermelik bir gruptur; ilk iki önermeye, önceden
gönderilmiş anlamında öncüller denir; üçüncü önerme
vargıdır. Başka bir örnek: Sovyetler Birliği'nde; son anayasadan
önce proletarya diktatörlüğü vardı. Diktatörlük, diktatörlüktür.
SSCB'de de diktatörlüktür. Öyleyse SSCB ile,
diktatörlüğün ülkeleri İtalya ve Almanya arasında hiçbir
fark yoktur.

  Burada, diktatörlüğün kimin için ve kimin üzerinde işlediğine
bakılmıyor, aynı biçimde, burjuva demokrasisi övüldüğünde de,
bu demokrasinin kimin çıkarına işlediği söylenmiyor.

  Böylece, şeyleri ve toplumsal dünyayı, ayrı ayrı çemberlerle
bölünmüş ve bu çemberleri birbiri içine girmiş gibi düşünmeye,
sorunları bu biçimde koymaya varılır.

  Kuşkusuz bunlar, teorik sorunlardır, ama pratikte de bir
davranış biçimine götürürler. Bunun gibi, örneğin, mutsuz
1919 Almanyası örneğini söyleyebiliriz. Almanya'da sosyaldemokrasi,
davranışı ile kapitalizmin varlığını sürdürüp gitmesine
izin vereceğini ve naziliğe de vesile olacağını göremeden,
demokrasiyi korumak için, proletarya diktatörlüğünü
öldürdü.

  Hayvanların da, bitkilerin de bir evrimi olduğu bilininceye
kadar, zooloji ve biyoloji de şeyleri ayrı ayrı görür ve incelerdi.
eskiden, bütün varlıklar, şeyler, nasıl ise, her zaman
öyle oldukları düşünülerek sınıflandırılıyordu.

  Ve gerçekten, geçen yüzyılın sonuna dek, doğabilim, her
şeyden çok olguları toplayan bir bilim, bir tamamlanmış şeyler
bilimi oldu. (F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman
Felsefesinin Sonu, s. 44.)

  Ama bu konuyu tamamlamamız için şunu da görmemiz gerekir:

  VII. METAFİZİK SÖZCÜĞÜNÜN AÇIKLAMASI

  Felsefede metafizik denilen önemli bir bölüm vardır.
Ama metafizik, ancak, tanrı ve ruhla uğraştığı için, burjuva
felsefesinde böyle bir önem taşır. Onda her şey sonsuzdur.
Tanrı, sonsuzdur, değişmez, kendi kendisiyle özdeş kalır;
ruh da öyle. İyi de, kötü de vb. hep aynıdır, bütün bunlar,
açıkça belirlenmiş, kesin ve sonsuzdur. Demek ki, felsefenin
metafizik denilen bu bölümünde, şeyler, donmuş bir topluluk
olarak görülürler ve her şeyi karşı karşıya koyma yoluyla,
ruh maddeye karşı, iyi kötüye karşı vb. konarak, yani karşıtlar
arasındaki birbirine karşı olma durumuyla uslamlama
yürütülür.

  Bu uslamlama, bu düşünüş biçimine, bu anlayışa, metafizik
denir. Çünkü bu anlayış, tanrı gibi, iyilik, ruh, kötülük
vb. gibi fizik dışında bulunan şeyleri ve fikirleri işler. Metafizik,
Yunanca ötesinde demek olan meta ve dünya olaylarının
bilimi demek olan fizik sözlerinden gelir. Demek ki metafizik,
dünyanın ötesinde yeralan şeylerle uğraşır.

  Ayrıca, bu anlayış, tarihsel bir raslantı sonucu da, metafizik
diye adlandırılır. Mantığı ilk inceleyen (ki hala kullanılmaktadır)
Aristoteles, çok şeyler yazdı. Ölümünden sonra,
öğretilileri, onun yazılarını sınıflandırdılar; bir katalog yaptılar
ve sonra, Fizik diye başlık atılmış bir yazı ile ruh sorunlarını
işleyen başlıksız bir yazısını buldular. Ve o yazıyı, fizikten
sonra anlamına gelen Yunanca Metafizik sözü ile sınıflandırdılar.

  Sonuç olarak, incelediğimiz üç terim arasında bulunan
bağ üzerinde önemle duralım:

  Metafizik, mekanikçilik, mantık. Bu üç bilgi kolu, her zaman
birlikte görünürler ve hep birbirlerini gerektirirler. Bir
sistem oluştururlar ki, biri olmadan öteki anlaşılamaz.

 

 
 

 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol