.



 
   

diyalektik

   
 


 

 

merhaba

FELSEFE OKULU

=> temel sorgulamalar-giriş-

=> idealizm

=> materyalizm

=> kim haklı (idealizm mi-materyalizm mi)?

=> bilinemezcilik

=> madde nedir?

=> materyalist olmak

=> materyalizmin tarihi

=> Metafizik, mekanikçilik, mantık

=> diyalektik

=> diyalektiğin yasaları 1

=> diyalektiğin yasaları 2

=> diyalektiğin yasaları 3

=> diyalektiğin yasaları 4

=> TARiHSEL MATERYALiZM 1

=> TARiHSEL MATERYALiZM 2

=> DiYALEKTiK MATERYALiZM VE iDEOLOJiLER

=> kişiler ve sözlük

=> ecco homo

KOMuNiST PARTi MANiFESTOSU

sivil itaatsizlik

ömer hayyam

ADRES VE LiNKLER

 


     
 

I. HAZIRLAYICI UYARILAR

  Diyalektikten, bazan, gizemli bir şey gibi sözedilir ve o,
karmaşık herhangi bir şey gibi gösterilir. Diyalektik iyi
bilinmediği için, ondan gelişigüzel sözedildiği de olur. Bütün
bunlar, cansıkıcıdır ve sakınılması gereken yanlışlara neden
olurlar.

  Sözcüğün kaynak anlamına bakıldığında, diyalektik terimi,
yalnızca tartışma sanatı demektir, ve uzun uzun tartışan
insan için kullanıldığında da bu anlam anlaşılır; ve gene
sözün anlamı genişletilerek, iyi konuşan bir insan için de
diyalektikçi (diyalektisyen) denir.

  Biz, diyalektiği, bu anlamda incelemeyeceğiz. Diyalektik
sözü, felsefi bakış açısından başka bir anlam kazanmıştır.
Felsefi anlamda diyalektik, sanılanın tersine, herkesin erişebileceği,
apaçık ve gizemsiz bir şeydir.

  Ama, diyalektik herkesçe anlaşılabilirse de, gene de bazı
güçlükleri vardır; işte bu güçlüklerin nedenini bilmemiz gerekir.

  El işlerinden bazıları basit, bazıları pek karmaşıktır. Örneğin,
ambalaj sandıkları yapmak, basit bir iştir. Tersine,
bir telsiz aygıtını monte etmek, parmaklarda çok daha ustalık,
duyarlık ve kıvraklık isteyen bir iştir.

  Ellerimiz ve parmaklarımız, bizim için iş aletleridir.
Ama düşünce de bir iş aletidir. Nasıl parmaklarımız her zaman
irice, titizlik isteyen bir iş yapmıyorlarsa, beynimiz için
de durum aynıdır.

  İnsan emeğinin tarihinde, insan, başlangıcında ancak
kaba işleri yapmayı biliyordu. Bilimlerdeki ilerleme, daha
belirli, daha kesin işlerin yapılabilmesine yolaçtı.

  Düşünce tarihi için de tam aynı şey olmuştur. Metafizik,
parmaklarımız gibi, ancak kaba hareketleri yapabilme yeteneğinde
bir düşünce yöntemidir (örneğin metafiziğin sandıklarını
çivilemek ya da çekmecelerini çekmek gibi).

  Diyalektik, bu yöntemden ayrılır, çünkü çok daha büyük
bir açıklık, incelik sağlar. Ve diyalektik, büyük bir açıklığa,
inceliğe sahip bir düşünce yönteminden başka bir şey değildir.

  Düşüncenin evrimi de, tıpkı, el işinin evrimi gibi olmuştur.
Bunun öyküsü de aynıdır, bu evrimde de hiçbir sır yoktur,
her şey apaçıktır.

  Güçlükler şuradan gelmektedir: 26 yaşına kadar sandık
çiviliyoruz ve sonra, birdenbire, bizi, monte etmek üzere telsiz
aygıtının önüne koyuyorlar. Elbette çok güçlük çekeceğiz.
Elbette ki, ellerimiz hantal, parmaklarımız beceriksiz olacaktır.
Ancak zamanla yavaş yavaş kıvraklaşabilecek ve bu
işi gerçekleştirebileceğiz. Başlangıçta bize çok güç görünen;
sonra çok basit gelecektir.

  Diyalektik için de aynı şey. Eski metafizik düşünce yönteminin
ağırlığıyla kafamız karmakarışık iken, diyalektik
yöntemin kıvraklığını, inceliğini kavramamız gerekiyor.
Ama göreceğiz ki, bunda da gene hiçbir sır, hiçbir karışıklık
yoktur.

  II. DİYALEKTİK YÖNTEM NEREDEN DOĞMUŞTUR?

  Biz biliyoruz ki, metafizik, dünyayı donmuş şeyler kümesi
olarak kabul eder, oysa, doğaya baktığımızda, tersine, her
şeyin kımıldadığını, her şeyin değiştiğini görürüz. Düşünce
için de aynı şeyi saptarız. O halde, bu saptamadan, metafizik
ile gerçek arasında bir uyumsuzluk bulunduğu sonucu çıkar.
Bunun için, yalın bir biçimde tanımlamak ve öz bir fikir vermek
için denilebilir ki: metafizik diyen hareketsizlik demektedir,
diyalektik diyen de hareket demektedir.

  Bizi kuşatan her şeyde bulunan hareket ve değişme, diyalektiğin
temelinde yatan şeylerdir.

  Doğayı, insan tarihini ya da kendi öz kafa etkinliğimizi
düşüncenin incelemesi altına koyduğumuz zaman, bize ilk
görünen şey, hiçbir şeyin olduğu gibi, olduğu yerde, olduğu
biçimde kalmadığı, ama her şeyin hareket ettiği, değiştiği,
olduğu ve yokolduğu sonsuz ve karşılıklı ilişkiler ve etkiler
yumağı tablosudur. (Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 63-64.)

  Engels'in bu çok açık metninden sonra, diyalektik bakış
açısından, her şeyin değiştiğini, hiçbir şeyin olduğu yerde
kalmadığını, hiçbir şeyin nasıl ise öyle devam etmediğini, ve
bu bakımdan bu görüşün gerçekle tam bir uyum içinde bulunduğunu
görüyoruz. Hiçbir şey, bulunduğu yerde durmaz,
bize hareketsiz görünse bile kımıldar; yerin, güneşin çevresindeki
hareketiyle birlikte kımıldar, yerin kendi ekseni üzerindeki
hareketiyle birlikte kımıldar. Metafizikte özdeşlik ilkesi,
bir şeyin kendi kendisi olarak kalmasını ister. Oysa biz,
tersine, hiçbir şeyin olduğu gibi kalmadığını görüyoruz.

  Hep aynı kalıyormuşuz gibi bir izlenimimiz vardır bizim,
bununla birlikte, Engels bize aynılar, farklıdırlar diyor.
Siz, özdeş olduğumuzu düşünüyoruz, ama daha bunu düşünürken
biz değiştik bile. Çocuktuk, adam olduk, ve bu adam,
fiziksel olarak, hiçbir zaman aynı kalmaz; günbegün yaşlanır.

  Demek ki, Elealıların savundukları gibi, hareket aldatıcı
görünüş değildir; mademki, gerçekte, her şey kımıldar ve değişir,
aldatıcı görünüş hareketsizliktir.

  Tarih de bize, şeylerin oldukları gibi durmadıklarını tanıtlıyor.
Toplum hiçbir zaman hareketsiz değildir. İlkçağda,
ilkin köleci toplum varoldu, ondan sonra feodal toplum geldi,
onu da kapitalist toplum izledi. Bu toplumların incelenmesi,
bize, yeni bir toplumun doğmasına yolaçan öğelerin, bu toplumların
bağrında sürekli olarak ve yavaş yavaş, gözle görülmeksizin
geliştiklerini gösteriyor. Bunun gibi, kapitalist toplum da,
her gün değişmektedir ve SSCB'de artık varolmaktan
çıkmıştır. Çünkü hiçbir toplum hareketsiz kalmaz, Sovyetler
Birliği'nde kurulan sosyalist toplum da, bir gün,
ortadan kalkmak durumundadır. Daha şimdiden gözle görülebilecek
biçimde değişmektedir. Onun için, metafizikçiler,
orada ne olup bittiğini anlamıyorlar. Hala kapitalist baskının
etkisi altındaki insanların duyguları ile, tümüyle dönüşmüş
bir toplumu yargılamaya devam ediyorlar.

  Bizim duygularımız da değişir, ki biz bunu pek az hesaba
katıyoruz. Bir sempatiden başka bir şey olmayan şeyin bir
aşka dönüştüğünü, sonra da bazan bir kin haline geldiğini
görürüz.

  Her yerde, doğada, tarihte, düşüncede gördüğümüz şey,
değişme ve harekettir. İşte diyalektik, bu saptama ile başlar.

  Yunanlılar, her yanda değişmeyle ve hareketle karşılaşılması
olgusundan etkilendiler. Daha önce gördük ki, diyalektiğin
babası denilen Heraklitos, bize, ilk olarak, diyalektik
bir dünya anlayışı getirmiştir, yani dünyayı hareket halinde
ve donmamış olarak tanımlamıştır. Heraklitos'un görüş tarzı,
bir yöntem haline gelebilir.

  Ama bu diyalektik yöntem, ancak çok zaman sonra kabul
edilebilmiştir. Diyalektiğin, niçin bu kadar uzun zaman
metafizik yöntemin baskısı altında kaldığını görmemiz gerekir.

  III. DİYALEKTİK, UZUN ZAMAN, NİÇİN METAFİZİK
YÖNTEMİN BASKISI ALTINDA KALDI?

  Diyalektik anlayışın, tarihte, çok erkenden doğmuş olduğunu,
ama insanların bilgilerinin yetersizliğinin, metafizik
yöntemin gelişmesine ve diyalektiğin önüne geçmesine olanak
sağladığını görmüştük.

  Burada, insanların büyük bilgisizliğinden doğan idealizm
ile diyalektiğin yeterince tanınmamasından doğan metafizik
anlayış arasında, bir paralellik kurabiliriz.

  Bu, niçin ve nasıl olanaklı olabilirdi?

  İnsanlar, doğayı incelemeye tam bir bilgisizlik içinde başladılar.
Saptadıkları olayları incelemek için, onları sınıflandırmaya
başlıyorlar. Ama sınıflandırma tarzı, bir düşünüş
alışkanlığı yaratıyor. Kategoriler yaparak ve bunları birbirlerinden
ayırarak, aklımız, böyle ayırmalar yapmaya alışıyor
ve biz, burada, metafizik yöntemin ilk özelliğini buluyoruz.
Şu halde, metafizik, bilimlerin gelişmesinde yetersizlikten
çıkıyor. Daha 150 yıl önce, bilimler birbirlerinden ayrılarak
inceleniyordu. Örneğin, kimya, fizik, biyoloji, kendi başlarına,
ayrı ayrı inceleniyordu ve aralarında hiçbir ilişki görülmüyordu.
Bu yöntem, bilimlerin kendi içinde de uygulanıyordu.
Fizik, sesi, ısıyı, manyetiği, elektriği inceliyordu ve bu çeşitli
olaylar arasında hiçbir ilişki olmadığı düşünülüyordu;
her biri, ayrı bölümlerde inceleniyordu.

  İşte burada da metafiziğin, şeyler arasındaki ilişkilerin
tanınmamasını, aralarında ortak bir şey bulunmamasını kabul
eden ikinci temel özelliğini çok iyi görüyoruz.

  Aynı şekilde, şeyleri durgunluk halinde kavramak, hareket
halinde kavramaktan çok daha kolaydır. Örnek olarak
fotoğrafçılığı alalım: Görürüz ki, ilkin, şeyler kendi hareketsizlikleri
içinde (bu fotoğraftır), sonra, ancak zamanla, hareketleri
içinde (bu da, sinemadır) saptanmaya çalışılır. Pekala!
Fotoğraf ve sinemanın imgesi, bilimlerin ve insan zihninin
gelişmesinin bir imgesidir. Şeyleri, hareket içinde incelemeden
önce, durgun halleriyle inceliyoruz.

  Peki niçin? Çünkü, bilinmiyordu. Öğrenmek için de en
kolay bakış açısı seçildi; çünkü hareketsiz şeyler, kavranması
ve incelenmesi daha kolay şeylerdir. Kuşkusuz, şeyleri
durgunluk halinde inceleme, diyalektik düşüncenin zorunlu
bir anıdır - ama yalnız bir an, eksik, parçalı ve oluş halindeki
şeylerin incelenmesiyle bütünleşmesi gereken bir andır.

  Bu anlayışı, örneğin, biyolojide, zoolojinin ve botaniğin
incelenmesinde görüyoruz. Çünkü bunlar iyi bilinmiyorlardı;
önceleri, hayvanlar, soy ve tür biçiminde sınıflandırıldı ve
aralarında ortak hiçbir şey bulunmadığı ve bu durumun her
zaman böyle olmuş olduğu düşünülüyordu (metafiziğin üçüncü
temel özelliği). Saptanımcılık (fixisme) denilen (ve
evrimcilikin tersine, örneğin, hayvan türlerinin bugün ne
iseler her zaman öyle olduklarını ve hiçbir evrim göstermediklerini
iddia eden) teori buradan gelir; demek ki bu, metafizik
bir teoridir ve insanların bilgisizliğinden ileri gelmektedir.

  IV. 18. YÜZYIL MATERYALİZMİ NİÇİN METAFİZİKTİ?

  Mekanikçiliğin 18. yüzyıl materyalizminde çok büyük bir
rol oynadığını ve bu materyalizme çok kez mekanikçi materyalizm
dendiğini biliyoruz. Neden böyle oldu? Çünkü materyalist
anlayış, bütün bilimlerin gelişmesine bağlıdır ve bilimler
arasında ilk gelişmiş olan da mekanik bilimidir. Günlük
dilde mekanik makinelerin incelenmesi, bilimsel dilde ise
yer değiştirme olarak hareketin incelenmesidir. Mekanik ilk
gelişen bilim olmuşsa, bu mekanik hareketin, en basit hareket
olmasındandır. Ağaç üzerinde, rüzgarda sallanan bir elmanın
hareketini incelemek, olgunlaşmakta olan bir elmanın
içinde oluşan değişmeyi incelemekten çok daha kolaydır.
Rüzgarın elma üzerinde etkisi, elmanın olgunlaşmasından
çok daha kolaylıkla incelenebilir. Ama bu inceleme kısmidir
ve böyle bir inceleme metafiziğe kapı açar.

  Eski Yunanlılar, her ne kadar her şeyin hareket olduğunu
gözledilerse de, bu gözlemlerinden yararlanamadılar,
çünkü bilgileri yetersizdi. O halde şeyler ve olaylar gözleniyor,
sınıflandırılıyor, yer değiştirmenin incelenmesi ile yetiniliyor,
bundan da mekanik ortaya çıkıyor; ve bilim alanlarındaki
bilgilerin yetersizliği, metafizik anlayışı doğuruyor.

  Materyalizmin, her zaman bilimler üzerinde kurulu olduğunu
biliyoruz. Bu çağda, bütün bilimler arasında en çok gelişmiş
olan bilim, mekanikti.

  Bunun için, diyecektir Engels, 18. yüzyıl materyalizminin
metafizik, mekanikçi bir materyalizm olması kaçınılmazdı,
çünkü bilimler de öyleydi.

  Şu halde diyeceğiz ki, bu metafizik, mekanikçi materyalizm,
materyalistti, çünkü felsefenin temel sorusunu, birinci
etken maddedir diye yanıtlıyordu; ama aynı zamanda metafizikti;
çünkü, evreni, donmuş, kalıplaşmış ve mekanik şeyler
kümesi sayıyordu, çünkü her şeyi mekanik aralığından
görüyor ve inceliyordu.

  Bir gün gelecek, araştırmaların birikimiyle, bilimlerin de
hareketsiz olmadıkları saptanacak. Kimyayı, fizikten ya da
biyolojiden ayırdıktan sonra; tek başlarına birini ya da ötekini
incelemenin olanaksız hale geldiğinin farkına varılacaktır.
Örneğin, biyoloji alanına giren sindirimi, kimya olmadan
incelemek, olanaksızdır. 19. yüzyıla doğru, bilimlerin birbirlerine
bağlı oldukları anlaşılacak ve bunu, bilimler içindeki
metafizik anlayışta bir geri çekilme izleyecektir, çünkü doğa
hakkında daha derinleştirilmiş bilgilere sahip olunacaktır. O
zamana kadar, fizik olayları ayrı ayrı incelenmişti; ama şimdi,
bütün bu olayların aynı nitelikte olduğu kabul edilmek
zorunda kalınıyor. Böylece, önce ayrı ayrı incelenen elektrik
ve manyetik, bugün bir tek bilim: elektro-manyetik olarak
birleştirilmiştir.

  Ses ve ısı olayları incelenirken, aynı şekilde, her ikisinin
de, aynı nitelikte bir olaydan çıkmış olduğunun farkına varıldı.

  Bir çekiçle vurulurken bir ses elde edilir ve bir ısı oluşturulur.
Isıyı oluşturan harekettir. Ve biz biliyoruz ki, ses, havanın
titreşimleridir; titreşimler ise, onlar da harekettir.
İşte yapısı (doğası) aynı iki olay.

  Biyolojide, giderek daha inceden inceye, titizlikle sınıflandırma
yaparak, öyle türler bulunmuştur ki, bunları, artık
ne bitkisel, ne de hayvansal olarak sınıflandırma olanağı
yoktur. Ve incelemeler her gün daha ileri götürülerek, hayvanların,
her zaman aynı olmadıkları sonucuna varılıyor. Olgular,
saptanımcılığı ve metafizik zihniyeti mahkum etmiştir.

  Materyalizmin diyalektik olmasını sağlayan şimdi görmüş
olduğumuz bu dönüşüm, 19. yüzyılda oluşmuştur. Diyalektik,
gelişimleri sırasında, metafizik anlayıştan vazgeçen
bilimlerin öz ereğidir. Materyalizm dönüşebildi, çünkü bilimler
değişti. Metafizik bilimlere, metafizik materyalizm uygun
düşüyordu; ve yeni bilimlere, yeni bir materyalizm, yani diyalektik
materyalizm uygun düşüyor.

  V. DİYALEKTİK MATERYALİZM NASIL DOĞDU:
HEGEL VE MARX

  Metafizik materyalizmden diyalektik materyalizme bu
dönüşme nasıl oldu diye sorarsak, genellikle şöyle yanıtlanır:

  1. 18. yüzyılın metafizik materyalizmi vardı.

  2. Bilimler değişti.

  3. Bu arada Marx ve Engels geldi; onlar metafizik materyalizmi
ikiye böldüler, metafiziği attılar, materyalizme diyalektiği
ekleyerek alıkoydular.

  Şeyleri bu biçimde sunma eğilimi, şeyleri bir şema haline
getirerek basitleştirmemizi isteyen metafizik yöntemden ileri
gelir. Oysa biz, tersine, sürekli olarak, gerçeğin olgularının
hiçbir zaman şemalaştırılmaması gerektiğini aklımızdan
çıkarmamalıyız. Olgular, bize göründüklerinden ve bizim
düşündüğümüzden daha karmaşıktırlar. Onun için metafizik
materyalizmin diyalektik materyalizme dönüşmesi, o kadar
basit olmadı.

  Diyalektik, gerçekte, bilimlerde meydana gelen değişmeyi
anlamasını bilen idealist Alman filozofu Hegel (1770-1831)
tarafından geliştirildi. Heraklitos'un eski fikrini yeniden
ele alarak, bilimsel ilerlemelerin de yardımıyla, evrende,
her şeyin hareket ettiğini ve değiştiğini, hiçbir şeyin ayrı,
tek başına olmadığını, her şeyin her şeye bağlı bulunduğunu
saptadı ve böylece diyalektiği yarattı. Hegel'den dolayı, bugün,
dünyanın diyalektik hareketinden sözediyoruz. Hegel'in
başta sezinlediği şey, düşüncenin hareketidir ve Hegel,
buna, doğal olarak, diyalektik adını vermiştir.

  Ama Hegel idealisttir. Yani ruha birinci derecede önem
verir, bu yüzden de, o, özel bir hareket ve değişme anlayışı
yaratır. Ruhun değişmelerinin, maddedeki değişmelerin nedeni
olduğunu düşünür. Hegel'e göre, evren, maddeleşmiş fikirdir
(idee'dir) ve evrenden önce, ilkin ruh vardır ve ruh, evreni
bulur. Özet olarak, Hegel, ruhun ve evrenin aralıksız
değişme halinde olduğunu saptar, ama bundan maddedeki
değişmeleri, ruhun değişikliklerinin belirlediği sonucunu çıkarır.

  Örnek: Mucidin bir fikri vardır, fikrini gerçekleştirir, işte
bu maddeleşmiş fikir, maddede değişiklikler yaratır.

  Demek ki Hegel, pekala diyalektikçidir, ama diyalektiği
idealizme bağımlı kılar.

  Ve işte bunun üzerine Hegel'in öğretilileri olan, ama materyalist
öğretilileri olan ve materyalist olduklarına göre
maddeye birinci önemi veren Marx (1818-1883) ve Engels
(1820-1895), Hegel'in diyalektiğinin doğru ama tersine olumlamalar
verdiğini düşünürler. Engels bu konuda şöyle diyecektir:
Diyalektik, Hegel ile, tepesi üzerinde duruyordu, onu
ayakları üzerine oturtmak gerekti . Marx ve Engels, Hegel'in
tanımladığı bu düşüncenin hareketinin başlangıç nedenini,
maddi gerçeğe geçirdiler ve Hegel'den aynı terimi alarak,
buna, doğal olarak, diyalektik dediler.

  Onlar, Hegel'in düşüncenin ve evrenin aralıksız değişme
halinde olduğunu söylemekte haklı olduğunu, ama fikirlerdeki
değişmelerin şeylerdeki değişmeleri belirlediklerini iddia
etmekle yanıldığını düşünürler. Tersine, bize fikirleri şeyler
verir ve fikirler, şeyler değiştikleri için değişirler.

  Eskiden posta arabasıyla yolculuk edilirdi. Bugün trenle
yolculuk ediyoruz; bizim trenle yolculuk etme gibi bir fikrimiz
olduğu için değil, bu yolculuk aracı varolduğu için yapıyoruz.
Bizim fikirlerimiz değişmiştir, çünkü şeyler değişmiştir.

  Şu halde, Marx ve Engels'in elinde, bir yanda 18. yüzyıl
Fransız materyalizminden gelen materyalizm, öte yanda da
Hegel'in diyalektiği vardı, ve onlara, artık bu ikisini birbirine
bağlamaktan başka bir şey kalmıyordu demekten kaçınmak gerekir:

  Bu, şeylerin daha karmaşık olduklarını unutan dargörüşlü,
şematik bir anlayış olur; bu, metafizik bir anlayıştır.

  Marx ve Engels, kuşkusuz, diyalektiği Hegel'den alacaklar,
ama onu değiştireceklerdir. Materyalizm için de aynı
şeyi yapacaklar ve bize, diyalektik materyalizmi vereceklerdir.

  :::::::::::::::::

 

 
 

 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol