TARİHİN DEVİNDİRİCİ GÜÇLERİ
I. Sakınılması gereken yanlış bir düşünce.
II. Toplumsal varlık ve bilinç.
III. İdealist teoriler.
IV. Toplumsal varlık ve yaşam koşulları.
V. Sınıf savaşımları; tarihin devindiricisi.
FİKİRLERİMİZ nereden gelir sorusuyla birlikte, araştırmalarımızı
da daha ilerilere götürmek gerekir. 18. yüzyıl
materyalistleri gibi, karaciğerin safrayı salgıladığı gibi beynin
de düşünceyi salgıladığını düşünürsek, bu soruya da,
doğanın ruhu yarattığı, dolayısıyla fikirlerimizin doğanın
ürünleri olduğu, beynin ürünleri olduğu yanıtını veririz.
Öyleyse şöyle denecektir: Tarihi, kendi iradeleri tarafından
itilen insanların eylemi yapar; iradeleri ise o insanların
fikirlerinin ifadesidir, fikirlerin kendileri ise insanların
beyninden gelir. Ama dikkat!
I. SAKINILMASI GEREKEN YANLIŞ BİR DÜŞÜNCE
Biz, Büyük Devrimi, filozofların beyinlerinde doğmuş fikirlerin
uygulanmasının bir sonucudur diye açıklarsak, bu,
sınırlı, yetersiz bir açıklama ve materyalizmin kötü bir uygulaması
olur.
Çünkü görülmesi gereken şudur: bu çağın düşünürlerince
ortaya atılan bu fikirleri yığınlar niçin benimsedi? Diderot,
bu fikirleri kavramakta, niçin tek başına değildi? Ve niçin
16. yüzyıldan beri beyinlerin büyük bir çoğunluğu hep
aynı fikirleri yoğuruyordu?
Acaba, bu beyinler, birdenbire, aynı ağırlığa ve aynı kıvrıntılara
mı sahip oldular? Hayır. Fikirlerde değişmeler var,
ama kafatası içinde bir değişme olmamış.
Fikirlerin böyle beyinle açıklanması, materyalist bir
açıklama olarak görünür. Ama Diderot'nun beyninden sözetmek,
gerçekte Diderot'nun beyninden, fikirlerinden sözetmektir
ve o halde bozulmuş, yanıltılmış materyalist bir teoridir;
bu teoride, fikirlerle birlikte, idealist eğilimin de doğmakta
olduğunu görüyoruz.
Daha önceki tarih-eylem-irade-fikirler zincirine dönelim.
Fikirlerin bir anlamı, bir içeriği vardır: İşçi sınıfı, örneğin,
kapitalizmin devrilmesi için savaşım verir. Bu, savaşım halindeki
işçiler tarafından düşünülür. Kuşkusuz, onlar bir beyinleri
olduğu için düşünürler ve buna göre beyin, düşünmek
için zorunlu bir koşuldur; ama yeterli koşul değildir. Beyin,
fikirlere sahip olmanın maddi olgusunu açıklar, ama neden
şu fikirlere değil de, daha çok bu fikirlere sahip olunduğunu
açıklamaz.
İnsanları harekete geçiren ne varsa, hepsi zorunlu olarak
onların beyninden geçer, ama bunun beyinde alacağı biçim,
koşullara çok bağlıdır. (F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik
Alman Felsefesinin Sonu, s. 49.)
Öyleyse fikirlerimizin içeriğini, yani örneğin kapitalizmi
devirme fikrinin bizde oluşmasını nasıl açıklayabiliriz?
II. TOPLUMSAL VARLIK VE BİLİNÇ
Biliyoruz ki, fikirlerimiz, şeylerin yansılarıdır; fikirlerimizin
taşıdıkları amaçlar da şeylerin yansılarıdır, ama hangi şeylerin?
Bu soruyu yanıtlamak için, insanların nerede yaşadıklarına,
onların fikirlerinin nerede ortaya çıktığına bakmak gerekir.
Şimdi saptıyoruz ki, insanlar, kapitalist bir toplumda
yaşıyorlar ve onların fikirleri bu toplum içinde ortaya çıkıyor
ve bu fikirler, bu insanlara, bu toplumdan geliyor.
İnsanların varlığını belirleyen, bilinçleri değildir; tam
tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.
(Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Önsöz. Sol
Yayınları, Ankara 1993, s.23.)
Bu tanımlamada, Marx'ın, insanların varlığı dediği şey,
biziz, biz olduğumuz şeydir; bilinç ise, bizim düşündüğümüz,
istediğimiz şeydir.
Genellikle, içime işlemiş derin bir ülkü uğruna savaşım
veriyorum, denir ve bundan bizim varlığımızı belirleyen şeyin,
bizim bilincimiz olduğu sonucu çıkarılır; biz, bir şey yapıyoruz,
çünkü öyle düşünüyoruz ve öyle istiyoruz.
Böyle söylemek büyük bir yanlıştır, çünkü gerçekte bizim
bilincimizi belirleyen toplumsal varlığımızdır.
Proleter olan bir varlık proleterce düşünür ve burjuva
olan bir varlık, burjuvaca düşünür (neden her zaman böyle
olmadığını daha ilerde göreceğiz). Ama, genel biçimiyle bir
sarayda başka türlü düşünülür, bir kulübede başka türlü.
(F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu,
s. 37.)
III. İDEALİST TEORİLER
İdealistler derler ki, bir proleter, proleter gibi düşündüğü
için proleterdir ya da bir burjuva, burjuva gibi düşündüğü
için burjuvadır.
Biz de, tersine, deriz ki, eğer onlar bir proleter ya da bir
burjuva gibi düşünüyorlarsa, bu, bir proleter ya da bir burjuva
olmamalarındandır. Bir proleter, proleter olduğu için proletarya
sınıfının bilincine sahiptir.
Burada iyice dikkat etmemiz gereken bir şey, idealist teorinin
pratik bir sonucu olduğudur. Deniliyor ki, burjuva
olunuyorsa, bu, burjuva gibi düşünüldüğündendir; öyleyse,
artık burjuva olmamak için, sözkonusu olan düşünüş biçimini
değiştirmek yeterlidir, ve burjuva sömürüsünü durdurmak
için de patronları ikna etmeye çalışmak yeterlidir. Bu
da hıristiyan sosyalistler tarafından savunulan bir teoridir;
aynı zamanda, bu ütopyacı sosyalizmin kurucularının da teorisi
olmuştur.
Ama bu, aynı zamanda, kapitalizme karşı, onu ortadan
kaldırmak için değil, ama daha akla-yatkın olmasını sağlamak
için savaşım veren faşistlerin de teorisidir. Bunlar patronların,
işçileri sömürdüklerini anladıkları zaman, artık sömürmeyeceklerini
söylerler. İşte baştan sona idealist ve tehlikeli bir teori.
IV. TOPLUMSAL VARLIK VE YAŞAM KOŞULLARI
Marx, bize, toplumsal varlıktan sözeder. Toplumsal
varlık ile ne demek istemektedir?
Toplumsal varlık, insanların içinde yaşadıkları toplumun
maddi yaşam koşulları tarafından belirlenir.
İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen, onların
bilinçleri değildir; bu maddi koşullar, onların bilinçlerini
belirler.
Maddi yaşam koşulları denen şey nedir? Toplumda zenginler
vardır, yoksullar vardır ve onların düşünüş biçimleri
ayrı ayrıdır; onların aynı bir konu üzerindeki fikirleri değişiktir.
Bir yoksul, bir işsiz için, otobüse binmek bir lükstür;
ama kendi özel arabası olan bir zengin için, bir aşağılanmadır.
Yoksulun otobüs konusundaki fikirleri, acaba yoksul olduğu
için mi vardır, yoksa bu fikirlere, otobüse bindiği için
mi sahiptir? Yoksul olduğu için. Yoksul olmak, burada; onun
yaşam koşuludur.
Öyleyse, insanların yaşam koşullarını açıklayabilmek
için, niçin zenginler vardır, niçin yoksullar vardır, ona
bakmak gerekir.
Üretimin ekonomik sürecinde, benzer yer tutan (yani bugünkü
kapitalist düzende üretim araçlarına sahip olan - ya
da tersine, üretim araçları üzerinde çalışıp da ona sahip olmayan)
bir insanlar grubu, belirli bir ölçüde aynı maddi yaşam
koşullarına sahip olan bir insanlar grubu, bir sınıf oluşturur;
ama bir sınıf kavramı, sınıf düşüncesi, zenginlik ya da
yoksulluk kavramına indirgenemez. Bir proleter, bir burjuvadan
daha fazla kazanabilir; ama bu yüzden daha az proleter
değildir, çünkü o, bir patrona bağlıdır ve çünkü onun ne
yaşamı güven altına alınmıştır, ne de o bağımsızdır. Varlığın
koşulları, yalnızca kazanılan para ile oluşmaz, toplumsal görev
ile oluşur, ve o zaman şu zincirlemeyi elde ediyoruz:
İnsanlar fikirlerinin ifadesi olan iradeleri doğrultusunda,
eylemleri ile tarihlerini yaparlar. Fikirleri ise, insanların
içinde bulundukları maddi yaşam koşullarından, yani onların
bir sınıfın mensubu olmalarından gelir.
V. SINIF SAVAŞIMLARI, TARİHİN DEVİNDİRİCİSİ
İnsanlar bir şey yaparlar, çünkü bazı fikirleri vardır. Onlar,
bu fikirlerini, maddi yaşam koşullarına borçludurlar,
çünkü onlar, bu ya da diğer sınıftandırlar. Bu demek değildir
ki, (kapitalist) toplumda, yalnızca iki sınıf vardır; birçok
sınıf vardır. Başlıca iki sınıf savaşım halindedir: burjuvazi
ve proletarya.
Demek ki, fikirlerin arkasında sınıflar bulunur.
Toplum, birbirlerine karşı savaşım veren sınıflara bölünmüştür.
Böylece, eğer insanların fikirleri incelenirse, bu fikirlerin
de çatışma halinde oldukları ve bu fikirlerin arkasında,
birbirleriyle çatışma halinde olan sınıfların bulunduğu görülür.
Şu halde, tarihin devindirici güçleri; yani tarihi açıklayan
şey, sınıf savaşımlarıdır.
Eğer sürekli bütçe açığını örnek olarak alırsak, görürüz
ki, iki çözüm vardır: biri, mali ortodoksluk (geleneksel ilkelere
uygunluk), yani yeni tasarruflara, yeni istikrazlara, yeni
vergilere vb. devam ederek açığı kapamak; öteki çözüm ise,
bu açığı zenginlere ödettirmektir.
Bu fikirler çevresinde siyasal bir savaşım olduğunu görürüz
ve genellikle, bu konuda, bir anlaşma sağlanamamasına
üzülünür; ama marksistler, bu siyasal savaşımın ardında
yatan gerçeği anlamak isterler ve araştırırlar; araştırınca
da, toplumsal savaşımı, yani sınıf savaşımını bulurlar. Birinci
çözümden yana olanlar (kapitalistler) ile zenginlere ödettirmeden
yana olanlar (orta sınıflar ve proletarya) arasındaki
savaşım olduğunu görürler.
Öyleyse, diyecektir Engels, hiç değilse modern tarihte,
bütün siyasal savaşımların sınıf savaşımları oldukları ve sınıfların
bütün kurtuluş savaşımlarının, zorunlu olan siyasal
biçimlerine karşın -çünkü her sınıf savaşımı bir siyasal savaşımdır-
son tahlilde ekonomik kurtuluş sorunu çevresinde
döndükleri tanıtlanmıştır.
(F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin
Sonu, s. 50. - Gene bakınız: Marx-Engels, Komünist Parti
Manifestosu ve Komünizmin İlkeleri, Sol Yayınları, Ankara
1993, s. 109 vd.; V. İ. Lenin, Karl Marx, Marx-Engels-Marksizm,
Sol Yayınları, Ankara 1990, s. 11 vd..)
Böylece, tarihi açıklamak için, daha önce öğrendiğimiz
zincire eklenecek bir halkamız daha oluyor: eylem, irade,
fikirler, fikirlerin arkasında sınıflar, sınıfların arkasında da
ekonomi. Demek ki, tarihi açıklayan gerçekten sınıf savaşımlarıdır,
ama sınıfları belirleyen ekonomidir.
Bir tarih olayını açıklamak istediğimiz zaman, savaşım
veren fikirler nelerdir, onları incelemek, fikirlerin gerisinde
sınıfları araştırmak ve son olarak da sınıfların temel özelliklerini
belirleyen ekonomik tarzı belirtmek zorundayız.
Şimdi gene, sınıfların ve ekonomik tarzın nereden geldiği
sorulabilir (diyalektikçiler ardarda bütün bu soruları sormaktan
korkmazlar, çünkü her şeyin kaynağını bulmak gerektiğini
bilirler). Bu, bundan sonraki bölümde ayrıntılı olarak
öğreneceğimiz konudur, ama şimdiden diyebiliriz ki:
Sınıfların nereden geldiklerini bilmek için, toplumun tarihini
incelemek gerekir, o zaman bugün karşılaştığımız sınıfların,
daima aynı sınıflar olmadığı görülecektir. Eski Yunan'da,
köleler ve efendileri; ortaçağda, serfler ve senyörler
(feodal beyler); sonra da, (bu sıralamada basitleştirildiği üzere)
burjuvazi ve proletarya.
Bu tabloda saptıyoruz ki, sınıflar değişiyorlar ve nedenini
araştırdığımız zaman, görüyoruz ki, ekonomik koşullar değiştiği
için sınıflar da değişmişlerdir (ekonomik koşullar şunlardır:
üretimin, dolaşımın, üleşimin ve zenginlikleri tüketimin
yapısı ve, geri kalan her şeyin son koşulu olarak, üretim
biçimi, teknik).
İşte gene Engels'ten bir parça:
Burjuvazi ve proletarya, her ikisi de, ekonomik koşulların,
daha doğrusu üretim tarzının dönüşümü sonucu oluşmuşlardı.
Bu dönüşüm, ilkin lonca tezgahından manüfaktüre,
manüfaktürden de makineler kullanan, su buharı ile işleyen
ve bu iki sınıfı geliştirmiş olan geniş-ölçekli sanayiye geçiştir.
(F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin
Sonu, s. 50.)
Demek ki, son tahlilde, tarihin devindirici güçlerini, bize
aşağıdaki zincirleme vermektedir:
a) Tarih, insanların eseridir.
b) Tarihi yapan eylem, insanların iradesiyle belirlenir.
c) Bu irade, onların fikirlerinin ifadesidir.
d) Bu fikirler, insanların içinde yaşadıkları toplumsal koşulların
yansısıdır.
e) Sınıfları ve onların savaşımını belirleyen, bu toplumsal
koşullardır.
f) Sınıfların kendileri, ekonomik koşullar tarafından belirlenirler.
Bu zincirlemenin hangi biçimler altında ve hangi koşullarda
akıp geçtiğini açıklıkla belirtmek için diyoruz ki:
1. Fikirler, yaşamda siyasal planda açığa çıkarılırlar.
2. Fikir savaşımlarının arkasındaki sınıf savaşımları toplumsal
planda açığa çıkarılırlar.
3. Ekonomik koşullar (tekniğin durumu ile belirlenmiş
bulunan) ekonomik planda ifadelerini bulurlar.
OKUMA PARÇALARI
Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Önsöz.
Marx-Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri.
:::::::::::::::::
|