|
DİYALEKTİK YÖNTEMİN İDEOLOJİLERE UYGULANMASI
I. Marksizm için ideolojilerin önemi nedir?
II. İdeoloji nedir? (İdeolojik etken ve ideolojik biçimler.)
III. Ekonomik yapı ve ideolojik yapı.
IV. Doğru bilinç ve yanlış bilinç.
V. İdeolojik etkenlerin etki ve tepkisi.
VI. Diyalektik tahlil yöntemi.
VII. İdeolojik savaşımın zorunluluğu.
VIII. Vargı.
I. MARKSİZM İÇİN İDEOLOJİLERİN ÖNEMİ NEDİR?
Marksizm, tarihte fikirlerin rolünü yadsıyan, ideolojik
etkinin rolünü yadsıyan, yalnızca ekonomik etkileri dikkate
almak isteyen bir felsefedir, denildiğini hep duyarız.
Bu yanlıştır. Marksizm, düşünüşün, sanatın ve fikirlerin,
yaşamdaki çok önemli rollerini yadsımaz. Tam tersine,
bu ideolojik biçimlere özel bir önem verir, ve biz de, şimdi
marksizmin başlangıç ilkelerine ait incelememizi, diyalektik
materyalizm yönteminin ideolojilere nasıl uygulandığını inceleyerek
bitireceğiz; ideolojilerin tarihteki rollerinin ne olduğunu,
ideolojik etkenin etkisini ve ideolojik biçimin ne olduğunu
göreceğiz.
Marksizmin şimdi inceleyeceğimiz bu bölümü; bu felsefenin
en az, en yanlış bilinen noktasıdır. Bunun nedeni de,
uzun zaman marksizmin yalnız ekonomi politiği inceleyen
bölümünün işlenmiş ve yayılmış olmasıdır. Böylece bu konu,
yalnızca marksizmin oluşturduğu büyük bütünden keyfi
bir biçimde ayrılmakla kalmıyor, ama temellerinden de ayrılmış
oluyordu; çünkü ekonomi politiğin gerçek bir bilim haline
getirilmesini sağlayan, buna olanak veren, görmüş olduğumuz
gibi, diyalektik materyalizmin bir uygulaması olan
tarihsel materyalizmdir.
Yeri gelmişken bu arada şunu da belirtebiliriz ki, böyle
bir yol kullanılması daha önceden tanıdığımız ve kendimizi
kurtarmak için o kadar güçlük çektiğimiz metafizik düşünüşten
ileri gelmektedir. Burada, gene yineleyelim ki, biz,
şeyleri, birbirlerinden ayrı tuttuğumuz, onları tekyanlı olarak
incelediğimiz ölçüde yanılgılara düşeriz.
Öyleyse marksizmin kötü yorumları, ideolojilerin tarihteki
ve yaşamdaki rolleri üzerinde yeterince durulmamış olmasından
ileri gelmektedir. İdeolojiler marksizmden ayrıldı ve
bunu yaparken de marksizm, diyalektik materyalizmden,
yani kendi kendisinden ayrıldı.
Birkaç yıldan beri, kısmen, binlerce öğrencinin marksizm
konusundaki bilgilerini borçlu oldukları Paris İşçi Üniversitesinin
çalışmaları sayesinde, kısmen de çalışmaları ve kitapları
ile katkıda bulunan aydın arkadaşlarımızın çalışması
sayesinde, marksizmin kendi gerçek çehresini ve hakkı olan
yeri yeniden kazanmış olduğunu görmekten çok mutluyuz.
II. İDEOLOJİ NEDİR? (İDEOLOJİK ETKEN VE İDEOLOJİK
BİÇİMLER)
İdeolojilerin rolüne ayrılmış olan bu bölüme birkaç tanımlama
ile başlayacağız.
İdeoloji dediğimiz şey nedir? İdeoloji diyen, her şeyden
önce fikir (idee) demektedir. İdeoloji, bir bütün, bir teori, bir
sistem, hatta bazan yalnızca bir zihniyet oluşturan fikirlerin
tümüdür.
Marksizm, bir bütünü biçimlendiren ve bütün sorunlar
için bir çözüm yöntemi sunan bir ideolojidir. Cumhuriyetçi
bir ideoloji, bir cumhuriyetçinin kafasında bulacağımız fikirlerin
bütünüdür.
Ama bir ideoloji, yalnızca salt fikirlerin, her türlü duygudan
ayrıldığı varsayılacak fikirlerin toplamı değildir (zaten
bu, metafizik bir anlayıştır), bir ideoloji, zorunlu olarak, duyguları,
gönül yakınlıklarını, hoşlanmazlıkları, umutları, korkuları vb.
içerir. Proletarya ideolojisinde, sınıf savaşımının
düşünceye dayanan öğeleri yanında, kapitalist düzenin sömürdüklerine
karşı, mahpuslara karşı duyulan dayanışma
duygularını da, isyan duygularını da, coşku ve hayranlık
duygularını vb. buluruz. Bütün bunların hepsi bir ideolojiyi
oluşturan şeylerdir.
Şimdi de ideolojik etken denen şeyi görelim: bu, ideolojiyi,
bir neden olarak ya da etkileme yeteneğinde bir şey yapan
bir güç olarak anlamaktır, ve bunun için de, ideolojik etkenin
etkisinden sözedilir. Örneğin dinler, hesaba katmamız
gereken birer ideolojik etkendir; hala önemli bir biçimde etken
olan manevi bir güçleri vardır.
İdeolojik biçim denince ne anlaşılır? Bu deyimle, özelleşmiş
bir alanda (bilim ve sanat alanında) bir ideoloji oluşturan,
özel fikirlerden bir bütün anlatılır. Din, ahlak, ideoiojik
biçimlerdir; aynı şekilde, bilim, felsefe, edebiyat, sanat, şiir
de ideolojik biçimlerdir.
Öyleyse, genellikle ideoloji tarihini, özelikle bütün bu biçimlerin
rolünü incelemek istersek, bu incelememizi, ideolojiyi
tarihten, yani toplumların yaşamından ayırarak değil,
ideolojinin, etkenlerinin, biçimlerinin rolünü toplum içine
yerleştirerek ve toplumdan yola çıkarak yürüteceğiz.
III. EKONOMİK YAPI VE İDEOLOJİK YAPI
Tarihsel materyalizmi okurken toplumların tarihinin şu
aşağıdaki zincirleme sıralanışla açıklandığını görmüştük: insanlar,
tarihi, kendi işleri, eylemleri ile, iradelerinin ifadesi
olan eylemleri ile yaparlar. İnsanların iradelerini belirleyen
fikirleridir. Gördük ki, insanların fikirlerini, yani onların
ideolojilerini açıklayan şey, sınıfların kendilerini ortaya koydukları
toplumsal çevre, toplumsal ortamdır.
Ayrıca biz gördük ki, ideolojik etken ile toplumsal etken
arasında, toplumsal savaşımın ifadesi olarak ideolojik savaşımda
görünen siyasal etken bulunur.
Öyleyse biz, tarihsel materyalizmin ışığında toplumun
yapısını araştırırsak, temelde ekonomik yapıyı, sonra, onun
üstünde, siyasal yapıya dayanan toplumsal yapıyı, ve ensonu
ideolojik yapıyı göreceğiz.
Biz görüyoruz ki, materyalistler için, ideolojik yapı sondur,
toplumsal bünyenin tepesidir, oysa, idealistler için toplumsal
yapı, temeldir.
Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar aralarında
zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar;
bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin
belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin
tümü, toplumun ekonomik yapısını, belirli toplumsal
bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının
üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur (bu, ideolojik
şekillenme demektir) . Maddi yaşamın üretim tarzı, genel
olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini
koşullandırır. (Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine
Katkı, Önsöz, s. 23.)
Öyleyse biz görüyoruz ki, toplumun temelinde ekonomik
yapı vardır. Buna, (aşağıdaki yapı anlamına gelen) altyapı
da denir.
Bütün biçimleri, ahlak, din, bilim, şiir, sanat, edebiyat
gibi bütün biçimleri içine alan ideoloji, üstteki yapıyı - ya
da (tepedeki yapı anlamına gelen) üstyapıyı oluşturur.
Materyalist teorinin gösterdiği gibi, fikirlerimizin şeylerin
yansısı olduklarını ve bizim toplumsal varlığımızın bilinci
belirlediğini bildiğimize göre, şimdi artık, üstyapı, altyapının
yansısıdır diyeceğiz.
İşte Engels'in, bunu, bize pek iyi tanıtlayan bir örneği:
Calvin'in inancı, çağının en gözüpek burjuvalarına uygundu.
Onun alınyazısı öğretisi, rekabete dayalı ticaret dünyasında,
başarının ya da başarısızlığın bir insanın çalışkanlığına
ve becerikliliğine değil de, onun denetleyemeyeceği koşullara
bağlı olduğu olgusunun dinsel dışavurumuydu. Bu
koşullar, isteyenin ya da rekabet edenin buyruğunda değildir;
tersine, bilinmedik üstün ekonomik güçlerin lütfuna
bağlıdır; ve bu, bir ekonomik devrim döneminde, bütün ticari
merkezlerin ve yolların yerlerini yenilerinin aldığı çağda,
Hindistan'ın ve Amerika'nın dünyaya açıldığı dönemde, ve
en kutsal ekonomik imanların -altının ve gümüşün değeri-
sarsılmaya ve yıkılmaya başladığı bir dönemde, özellikle
doğruydu. (Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel
Sosyalizm, Giriş, s. 42-43.)
Gerçekte, tüccarlara göre; ekonomik yaşamda ne olmaz
ki? Tüccarlar rekabet halindedirler. Tüccarlar, burjuvalar,
bu rekabetten deneyim kazanırlar, bu yarışmada yenenler
ve yenilenler vardır. Çoğu kez, en işini bilirler, en zekiler,
rekabetle, çıkagelen ve onları yere seren bir bunalımla yenilmişlerdir.
Bu bunalım onlar için önceden görülemeyen bir
şeydir, hatta onlara kaçınılmaz bir alınyazısı gibi gelir. Ve
işte gerekçesi olmayan, en az kötü olanların bazan bunalımı
atlattıkları, bunalımdan sonra da yaşayakaldıkları fikri, protestan
dinine geçirilmiştir. Bazılarının şans eseri başarıya
erişmeleri, bu alınyazısı fikrini besler; o alınyazısı fikri ki,
buna göre, insanlar, tanrı tarafından, bütün sonsuzluk için
saptanmış bir yazgıya katlanmak zorundadırlar.
Ekonomik koşulların yansısı olan bu örneğe göre, üstyapının,
nasıl altyapının yansısı olduğunu görüyoruz.
Bir örnek daha: Sendikalı olmayan, yani siyasal bakımdan
gelişmemiş iki işçinin zihniyetini alalım; biri, işin verimli
olduğu çok büyük bir fabrikada, öteki de küçük bir zanaatçının
yanında çalışıyor olsun. Açıktır ki, ikisinin de birbirinden
ayrı bir patron anlayışları olacaktır. Birine göre patron,
kapitalizmin karakteristik, yırtıcı sömürücüsüdür; öteki ise,
patronu, bir emekçi olarak görecektir, elbette halinden memnun,
ama emekçi ve zorba değil.
Elbette ki onların patronluğu anlayış biçimlerini belirleyecek
olan, çalışma koşullarının yansısıdır.
Bu örnek, bizi, açık ve kesin olmak için bazı uyarmalarda
bulunmaya götürdüğü için önemlidir.
IV. DOĞRU BİLİNÇ VE YANLIŞ BİLİNÇ
Az önce, ideolojilerin, toplumun maddi koşullarının yansısı
olduğunu, toplumsal varlığın toplumsal bilinci belirlediğini
söyledik. Bundan, proletaryanın otomatik olarak bir proletarya
ideolojisine sahip olması gerektiği sonucu çıkarılabilirdi.
Ama böyle bir varsayım gerçeğe uygun düşmez, çünkü
bir işçi bilincine sahip olmayan işçiler vardır.
Öyleyse yapılacak bir ayrım vardır: İnsanlar belirli koşullar
içinde yaşayabilirler, ama onların bu koşullar hakkındaki
bilinçleri gerçeğe uygun düşmeyebilir. Bu, Engels'in
yanlış bir bilinci olmak dediği şeydir.
Örnek: Bazı işçiler, ortaçağa, zanaatçılığa doğru bir geri
dönüş olan lonca öğretisinin etkisi altında kalmışlardır. Bu
durumda, işçilerin bir yoksulluk bilinci vardır, ama bu bilinç,
doğru ve gerçek bir bilinç değildir. İdeoloji, burada da,
elbet toplumsal yaşamın koşullarının yansısıdır; ama bu,
doğru bir yansı, dosdoğru bir yansı değildir.
İnsanların bilinçlerinde, yansı, çoğu kez tersine bir
yansıdır . Yoksulluk olgusunu saptamak, toplumsal koşulların
bir yansısıdır; ama bu yansı, zanaatçılığa doğru bir geri
dönüşün, sorunu çözümleyeceği (yoksulluğu kaldıracağı) düşünüldüğü
zaman, yanlış bir yansı olur. Demek ki, burada,
bir bölümüyle doğru, bir bölümüyle yanlış bir bilinç görüyoruz.
Kralcı olan bir işçinin de aynı zamanda hem doğru, hem
de yanlış bir bilinci vardır. Doğru, çünkü, o, gördüğü, saptadığı
yoksulluğu ortadan kaldırmak ister; yanlış, çünkü bir
kralın bu işi yapabileceğini düşünür. Ve, bu işçi, kısaca yanlış
düşündüğü için, ideolojisini yanlış seçtiği için, her şeye
karşın gene de bizim sınıfımızdan olduğu halde, bizim için,
bir sınıf düşmanı haline gelebilir. Bunun gibi, yanlış bir bilinci
olmak, kendi gerçek koşulu hakkında yanılmak ya da
yanıltılmaktır.
Şu halde diyeceğiz ki, ideoloji, yaşam koşullarının yansısıdır,
ama yazgının bir yansıması değildir.
Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, bize yanlış bir bilinç
vermek ve yönetici sınıfların ideolojilerinin sömürülen sınıflar
üzerindeki etkisini geliştirmek için, elden gelen her şey
yapılır. Bizim edindiğimiz yaşam anlayışının ilk öğeleri, eğitimimiz,
öğrenimimiz bize yanlış bir bilinç verir. Yaşamla
olan bağlarımız, bazılarımızın köylü asıllı olması, propaganda,
basın ve radyo da zaman zaman bilincimizi bozarlar.
Buna göre, bizler, biz marksistler için, ideolojik çalışmanın
son derece büyük önemi vardır. Doğru bir bilinç kazanmak
için yanlış bilinci yıkmak gerekir ve ideolojik çalışma olmadan
bu dönüşüm gerçekleşemez.
Demek ki, marksizmi kaderci bir öğreti sayanlar ve öyle
diyenler haksızdır, çünkü gerçekte biz, ideolojilerin toplumda
büyük bir rol oynadığını düşünüyoruz, ve marksizm olan
bu felsefenin etkili bir alet, etkili bir silah olabilmesi için,
onu öğretmek ve öğrenmek gerektiğini düşünüyoruz.
V. İDEOLOJİK ETKENLERİN ETKİ VE TEPKİSİ
Doğru bilinç ve yanlış bilinç örnekleriyle gördük ki, fikirleri
her zaman yalnızca ekonomi ile açıklamaya çalışmamak
ve fikirlerin bir etkileri olduğunu yadsımamak gerekir. Böyle
bir tutum takınmak marksizmi kötü bir biçimde yorumlamak
olurdu.
Fikirler, kuşkusuz son tahlilde, ekonomi ile açıklanır;
ama fikirlerin de kendilerine özgü etkileri vardır.
... Materyalist tarih anlayışına göre, tarihte belirleyici
etken, son tahlilde, maddi yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir.
Ne Marx, ne de ben, hiçbir zaman daha fazlasını dile
getirmedik. Eğer sonradan, biri çıkıp da, bunun anlamını,
ekonomik etken tek belirleyicidir diyecek kadar zorlarsa, bu
ifadeyi, boş, soyut ve saçma bir söz haline getirmiş olur. Ekonomik
yapı temeldir, ama üstyapının çeşitli bölümleri ... de
tarihsel savaşımların akışı üzerinde etki yaparlar ve birçok
durumda ağır basarak, bu savaşımın biçimini, belirlerler.
Bütün bu etkenlerin etkileri ve tepkileri vardır, öyle ki ekonomik
hareket, bütün bu etkenlerin bağrında, sonunda, bir
zorunluluk olarak, sonsuz bir raslantılar yığını arasından
kendine yolaçmaya başlar. (Bkz: Engels'ten Joseph Bloch'a,
K. Marx, F. Engels, Felsefe İncelemeleri, Sol Yayınları,
Ankara 1979, s. 184-185.)
Böylece, görüyoruz ki, ekonomiyi araştırmadan önce, her
şeyi incelememiz gerekir ve, son tahlilde neden, gene ekonomi
ise de, ekonominin tek neden olmadığını akılda tutmak
gerekir.
İdeolojiler, ekonomik koşulların yansıları ve etkileridir;
ama ideolojiler ile ekonomi arasındaki ilişki, basit bir ilişki
değildir, çünkü, biz, altyapı üzerinde ideolojilerin karşılıklı
bir etkisi olduğunu görüyoruz.
Örneğin, Fransa'da, 6 Şubat 1934'ten sonra gelişen yığın
hareketini, yazdıklarımızı kanıtlamak için, en az iki görünüş
altında inceleyeceğiz:
1. Bazıları bu akımın nedenini, ekonomik bunalım olarak
açıklıyorlar. Bu, materyalist ama tekyanlı bir açıklamadır.
Bu açıklama, yalnızca tek etkeni, burada bunalım olan ekonomik
etkeni dikkate alıyor.
2. Öyleyse, düşünüş tarzı, kısmen doğrudur; ama insanların
ne düşüdüğünü, yani ideolojiyi bir etken olarak açıklaması
koşuluyla. Evet, bu yığınsal akımda, insanlar anti-faşisttir,
işte ideolojik etken. Ve eğer insanlar anti-faşist
iseler; bu, Halk Cehpesinin doğmasına yolaçan propaganda
sayesindedir. Ama, bu propagandanın etkili olması için elverişli
bir temel, bir taban gerekiyordu, ve 1936'da yapılabilmiş
olan şey, 1932'de olanaklı değildi. Son olarak, bu yığın
hareketinin ve onun ideolojisinin başlattığı toplumsal savaşımın,
sonradan, ekonomiyi nasıl etkilediğini de biliyoruz.
Bu örnekte görüyoruz ki, toplumsal koşulların yansısı
olan ideoloji, sırasında, olayların bir nedeni olur.
Siyasete, hukuka, felsefeye, dine, edebiyata ve sanata
ilişkin gelişme vb., ekonomik gelişmeye dayanır. Ama bunların
hepsi de birbirleri üzerinde ve keza ekonomik temel üzerinde
etki yaparlar. Böyle oluşu ekonomik durumun tek etkin
neden, bütün geri kalanın ise ancak edilgin bir etki olmasından
dolayı değildir: Tersine, son tahlilde, her zaman üstün
gelen ekonomik zorunluluk temeli üzerinde karşılıklı etki
vardır. (K. Marx-F. Engels, Felsefe İncelemeleri, Engels'ten
Heinz Starkenburg'a, s. 194.)
Bunun gibi, örneğin Miras hukukunun temeli, ailenin
gelişim aşamasının eşitliğini varsayan ekonomik bir temeldir.
Bununla birlikte, örneğin, vasiyette bulunmanın, İngiltere'de
mutlak serbest oluşu, Fransa'da ise çok kısıtlanmış
bulunması, bunun, bütün özellikleriyle, yalnızca ekonomik
nedenlerden olduğunu kanıtlamaya yetmeyecektir. Ama, her
ikisi de çok önemli bir oranda, servetin bölüşülmesini etkilemeleri
bakımından ekonomi üzerinde etkili olurlar. (K. Marx-F. Engels,
agy, Engels'ten Conrad Schmidt'e, s. 190.)
Daha güncel bir örnek olarak, vergileri alalım. Herbirimizin
vergiler üzerinde bir fikri vardır. Zenginler vergilerini
azaltmak isterler ve dolaylı vergilerden yanadırlar; emekçiler
ve orta sınıflar, tersine, dolaysız ve kazançla birlikte artan
vergilere dayanan bir maliye sistemi isterler. İşte böylece,
kapitalizm tarafından vergiye bağlı olarak yaratılan ve
bizim düşüncemiz haline gelen vergi hakkındaki fikrimizin
kaynağı, bu ideolojik etkenin kaynağı, ekonomik durumda
bulunur. Zenginler, kendi ayrıcalıklarını korumak isterler ve
vergilendirmenin bugünkü biçimini olduğu gibi korumak ve
yasaları bu doğrultuda güçlendirmek için savaşım verirler.
Oysa, fikirlerden gelen yasalar, ekonomi üzerinde etkili olurlar,
çünkü küçük ticareti, zanaatçıları öldürür ve kapitalist
yoğunlaşmayı çabuklaştırırlar.
Şu halde görüyoruz ki, ekonomik koşullar, fikirleri doğurur,
ama fikirler de ekonomik koşullarda değişiklikler yaratır
ve işte ilişkilerin bu karşılıklı oluşlarını dikkate alırsak,
ideolojileri, bütün ideolojileri incelemek gerektiğini anlarız;
ve ancak son tahlilde, köke inildiğinde, ekonomik zorunlulukların
her zaman üstün geldiğini görürüz.
Biliyoruz ki, ideolojileri savunmak, hiç olmazsa yaymak,
yazarların ve düşünürlerin özel görevidir. Onların düşünceleri
ve yazıları, temel özelliklere her zaman pek sahip değildir,
ama gerçekte, basit bir masal ya da öykü niteliğindeki
yazılarda bile, her zaman ideolojik bir tahlil buluruz. Bu tahlili
yapmak pek ince bir işlemdir ve bizim, bunu, çok büyük
bir ihtiyatla yapmamız gerekir. Şimdi büyük bir yardımı dokunacak
olan bir diyalektik tahlil örneği göstereceğiz, ama
mekanikçi olmamaya çok dikkat etmeli ve açıklanamaz olanı
açıklamak için çabalamamalıdır.
VI. DİYALEKTİK TAHLİL YÖNTEMİ
Diyalektik yöntemi iyi uygulamak için, çok şey bilmek
gerekir, ve tahlilini yapacağımız şeyin konusu bilinmiyorsa,
bunun inceden inceye araştırılması gerekir, yoksa basit yargılama
karikatürleri yapmaya varılır.
Bir kitabın ya da bir edebiyat yazısının diyalektik tahlilinde
kullanılmak üzere, başka konulara da uygulanabilecek
bir yöntem göstereceğiz.
a) İlkin tahlil edilecek kitap ya da öykünün içeriğine dikkat
etmek gerekir. Bu, tüm toplumsal sorunlardan bağımsız
olarak incelenmelidir, çünkü her şey, sınıf savaşımından ve
ekonomik koşullardan gelmez.
Edebiyata ilişkin etkiler vardır ve biz bunları hesaba
katmak zorundayız. Yapıtın, herhangi bir edebi okuldan
olup olmadığı aranır. İdeolojilerin iç gelişmelerini dikkate
almak gerekir. Kolaylık bakımından, tahlil edilecek konunun
bir özetini yapmak ve göze çarpan noktaları not etmek iyi
olur.
b) Sonra olayın kahramanları olan toplumsal tipler gözönüne
alınır. Bu tiplerin ait bulundukları sınıflar aranır, kişilerin
davranışı incelenir ve romanda geçen olayların herhangi
bir biçimde toplumsal bir görüş açısına bağlanıp bağlanamayacağına
bakılır.
Bu olanaklı değilse, eğer bunu yapmak akla-uygun gelmiyorsa,
uydurmaktansa, tahlilden vazgeçmek daha iyi olur.
Hiçbir zaman uydurma bir açıklama yapmamalıdır.
c) Olayda hangi sınıf ya da hangi sınıflar olduğu saptandığı
zaman, ekonomik temel, yani romanın konusunun geçtiği
anda üretim araçlarının ve üretim tarzının neler olduğu
araştırılmalıdır.
Eğer, örneğin, olay, günümüzde geçiyorsa, ekonomi, kapitalizmdir.
Zamanımızda, kapitalizmi eleştiren, ona karşı
savaşan pek çok öykü ve roman görülmektedir. Ama kapitalizme
karşı çıkmanın iki biçimi vardır:
1. İleriye dönük devrimci olarak.
2. Geçmişe dönmek isteyen gerici olarak, ve çağdaş romanlarda
da sık sık bu biçimle karşılaşılmaktadır: bu romanlarda
geçmiş zamana özlem duyulmaktadır.
d) Bütün bunları kavradıktan sonra, artık ideolojiyi
araştırabiliriz, yani fikirler, duygular nelerdir, yazarın düşünüş
biçimi nedir, ona bakabiliriz. İdeolojiyi araştırırken,
onun oynadığı rolü, ideolojinin bu kitabı okuyanların düşüncesi
üzerinde yaratacağı etkiyi düşüneceğiz.
e) Bunun üzerine, artık tahlilimizin vardığı sonucu bildirebilir,
ve falan öykünün ya da romanın falan zamanda ne
için yazılmış olduğunu söyleyebiliriz. Kitabın (çoğu kez yazarının
bilincine varmadığı) niyetlerini açığa vurabilir, duruma
göre yerebilir ya da övebiliriz.
Bu tahlil yöntemi uygulanırken, ancak buraya kadar söylediklerimizin
tümü anımsanırsa, iyi bir yöntem olabilir.
Şunu çok iyi akılda tutmak gerekir ki, diyalektik, her ne kadar
bize yeni şeyleri anlama, kavrama biçimi getiriyorsa da,
gene diyalektik, şeylerden sözedebilmek ve onları tahlil edebilmek
için, onların çok iyi bilinmesini ister.
Şu halde, şimdi artık yöntemimizin ne olduğunu gördükten
sonra, incelemelerimizde, militan yaşamımızda ve kişisel
yaşamımızda, şeyleri, durgun, hareketsiz bir durumda değil,
ama hareketleri içinde, değişmeleri içinde, çelişkileri içinde
ve tarihsel anlamları içinde görmemiz, ve gene şeyleri tekyanlı
değil, bütün yönleri, bütün görünümleriyle görmemiz
ve incelememiz gerekir. Kısacası, her yerde ve her zaman diyalektik
düşünüşü uygulamamız gerekir.
VII. İDEOLOJİK SAVAŞIMIN ZORUNLULUĞU
Şimdi artık, diyalektik materyalizmin, Marx ve Engels
tarafından kurulup Lenin tarafından geliştirilen materyalizmin
çağdaş biçiminin ne olduğunu daha iyi biliyoruz. Bu kitabımızda,
özellikle Marx ve Engels'in metinlerinden yararlandık,
ama Lenin'in felsefe konusundaki yapıtının da çok
önemli olduğunu belirtmeden bu dersleri tamamlayamayız. (Dizinde
Lenine bakınız. Lenin'in, marksizme felsefi katkısı
- burada açıklanması uzun ve karmaşık olur - Materyalizm ve
Ampiryokritisizm ve Felsefe Defterleri'nde açıkça görülür.)
Bunun içindir ki, bugün marksizm-leninizmden sözedilmektedir.
Marksizm-leninizm ve diyalektik materyalizm çözülmezcesine
birleşmişlerdir, ve ancak diyalektik materyalizm bilgisi
marksizm-leninizmin tüm genişliğinin, tüm değerinin, bütün
zenginliğinin ölçülebilmesine olanak verir. Bu, bizi, bir
militan ancak bu öğretinin tümünü biliyorsa, gerçekten ideolojik
olarak silahlanmıştır demeye götürür.
Bunu çok iyi anlamış olan burjuvazi, her çareye başvurarak,
işçilerin bilincine kendi ideolojisini sokmaya çalışır.
Marksizm-leninizmin en az bilinen yanının diyalektik materyalizm
olduğunu çok iyi bilerek, burjuvazi, ona karşı bir
susma kampanyası düzenlemiştir. Resmi öğretimin böyle bir
yöntemden habersiz olduğunu ve okullarda ve üniversitelerde
öğretimin yüz yıl önce yapıldığı gibi sürdürüldüğünü görmek
acıdır.
Eskiden, metafizik yöntemin, diyalektik yönteme egemen
durumda oluşu, gördüğümüz gibi, insanların bilgisizliği yüzündendi.
Bugün, bilim, diyalektik yöntemin bilimsel araştırmalara
uygun gelen yöntem olduğunu tanıtlamanın yollarını
vermiştir bize, ve çocuklarımıza bilgisizlikten ileri gelen
bir yöntemle düşünmeyi ve incelemeyi öğretmek utanılacak
bir şeydir.
Bilginler, bilimsel araştırmalarında, bilimlerin karşılıklı
içiçe geçişini ve birbirini etkileyişini hesaba katmaksızın
kendi uzmanlık alanlarında artık incelemeler yapamıyorlar
ve bu yüzden bilinçsiz olarak diyalektiğin bir bölümünü uyguluyorlarsa
da, metafizik düşünüş biçimlerini sık sık işin
içine sokmadan edemiyorlar. İnsanlığa büyük şeyler veren
bilginler -idealist ve dinsel inanca sahip olan Pasteur'ü,
Branly'yi anımsayalım-, eğer diyalektik bir kafa yapısına,
bir düşünüşe sahip olsalardı, daha büyük ilerlemeler
gerçekleştirmeyecekler miydi ya da gerçekleştirilmesine olanak
hazırlamayacaklar mıydı?
Ama marksizm-leninizme karşı savaşımın, bu susma
kampanyasından daha da tehlikeli olan bir biçimi vardır: bu
da burjuvazinin bizzat işçi hareketinin içinde düzenlemeye
çalıştığı kalpazanlıklardır. Şu sıralarda kendilerini marksist
diye sunan, ve marksizmi yenilemek, gençleştirmek
iddiasında olan sayısız teorisyenlerin açılıp serpildiklerini
görüyoruz. Bu türden kampanyalar, en çok, marksizmin en
az bilinen yönlerini, özellikle de materyalist felsefeyi dayanak
noktası olarak seçiyorlar.
Böylece, örneğin, marksizmi, devrimci eylem anlayışı olarak
kabul ettiklerini, ama genel bir dünya anlayışı olarak
kabul etmediklerini açıklayan insanlar ortaya çıkıyor. Bunlar,
pekala, materyalist felsefeyi kabul etmeden de marksist
olunabileceğini bildiriyorlar. Bu genel tutuma uygun olarak
çeşitli yolsuzluk girişimleri gelişiyor. Kendilerine hep marksist
diyen kişiler, marksizmin kendi temeli ile, yani materyalist
felsefe ile bağdaşmaz anlayışları marksizme sokmak istiyorlar.
Geçmişte bu çeşit girişimlere tanık olunmuştur. Lenin,
Materyalizm ve Ampiryokritisizm adlı kitabını bu gibi
girişimlere karşı yazmıştır. Bugün de, marksizmin geniş yayılma
döneminde, bu girişimlerin yeniden doğuşuna ve çoğalmasına
tanık olunmaktadır. Eğer marksizmin gerçek felsefesini
bilmezsek, marksizmin kesinlikle felsefi yönüne saldıran
bu gibi girişimleri nasıl tanıyabilir, nasıl gerçek yüzlerini
meydana çıkarabiliriz?
VIII. VARGI
Bereket versin ki, birkaç yıldan beri, özellikle işçi sınıfı
içinde, marksizmin bir bütün olarak incelenmesine doğru yaman
bir itilim, özellikle de materyalist felsefenin incelenmesine
gittikçe artan bir ilgi görülmektedir. Bu, bugünkü durumda,
işçi sınıfının, materyalist felsefenin okunup öğrenilmesi
gereğinden yana, başlangıçta ileri sürdüğümüz nedenlerin
haklı olduklarını çok iyi anladığını gösteren bir
belirtidir. İşçiler, kendi özel deneyimleriyle, pratiğin teoriye
bağlanması zorunluluğunu, aynı zamanda da teorik çalışmayı
olabildiği kadar ilerilere götürmek zorunluluğunu öğrenmişlerdir.
Her militanın görevi, bu akımı güçlendirmek ve
ona doğru bir yönelim ve doğru bir içerik vermektir.
Paris İşçi Üniversitesi (Bugünkü Yeni Üniversite, 8. Avenue
Mathurin-Moreau, Paris.) sayesinde binlerce kişinin diyalektik
materyalizmin ne olduğunu öğrenmiş olmalarını görmekten çok
mutluyuz ve diyalektik materyalizm nasıl bizim
burjuvaziye karşı savaşımımızı, bilimin kimden yana olduğunu
göstererek çarpıcı bir biçimde aydınlığa kavuşturuyorsa,
aynı zamanda; bize, ödevimizi de gösterir. Okumak, öğrenmek,
çalışmak gerekir. Marksizmi tanımak ve tanıtmak
gerekir. Militanlar, sokaktaki ve işyerindeki savaşımın yanında
ve ona paralel olarak ideolojik bir savaşım da yürütmelidirler.
Onların ödevi, ideolojiyi bütün saldırı biçimlerine
karşı savunmak ve aynı zamanda işçilerin bilincinde burjuva
ideolojisini yıkmak için karşı-saldırıyı yürütmektir. Ama bu
savaşımın bütün yönlerine egemen olmak için ideolojik bilgiyle
donatılmış olmak gerekir. O, ancak, diyalektik materyalizm
bilgisiyle, gerçek militan olacaktır.
Hiçbir şeyin bilimlerin gelişmesini engelleyemeyeceği en
yüksek toplumu kuruncaya kadar ödevimizin temel bir bölümü
de budur.
|
|