|
I. AHLAKİ İDEALİZM VE FELSEFİ İDEALİZM
Materyalizm konusunda, günlük konuşma dilinde, nasıl
bir anlam karışıklığı yaratıldığını göstermiştik. İdealizm
konusunda da aynı karışıklık vardır.
Gerçekten de ahlaki idealizm ile felsefi idealizmi birbirine
karıştırmamak gerekir.
Ahlaki idealizm, insanın kendisini bir davaya, bir ülküye
adaması demektir. Tüm dünyadaki işçi hareketinin tarihinden
öğreniyoruz ki, sayılamayacak kadar çok devrimci ve
marksist, yaşamlarını feda edecek kadar, kendilerini manevi
bir ülküye adamışlardı ve bununla birlikte gene de felsefi
idealizm denilen şeye karşıydılar.
Felsefı idealizm, dünyanın ruh ile açıklanmasını temel
alan bir öğretidir.
Bu öğreti, felsefenin temel sorusuna, en önemli, başlıca
ve ilk öğe, düşüncedir diye yanıt veren öğretidir. Ve idealizm,
düşüncenin birinci derecede önemli olduğunu ileri sürerken,
varlığı, düşüncenin yarattığını ya da başka bir deyişle
maddeyi, ruhun yarattığını ileri sürmektedir.
İdealizmin ilk görünüşü böyledir; ve idealizm, dinlerde,
salt ruhun, yani tanrının, maddenin yaratıcısı olduğunu ileri
sürerek, tam gelişmesini bulmuştur.
Bugün de felsefe tartışmalarının dışında olduğunu ileri
süren ve sözde dışında olan din, gerçekte, tersine, idealist
felsefenin dolaysız ve mantıklı sunuluşudur.
Oysa, yüzyıllar boyunca işe karışan bilim, kısa zamanda,
maddeyi, dünyayı, şeyleri, yalnızca tanrı ile açıklamaktan
başka bir açıklama biçimini, zorunlu hale getirdi. Çünkü,
daha 14. yüzyılda, bilim, doğa olaylarını, tanrıyı hesaba
katmaksızın ve yaradılış varsayımından vazgeçerek açıklamaya
başladı.
Bilimsel, materyalist ve tanrıtanımaz bu açıklamalarla
daha iyi savaşabilmek için elbette ki idealizmi daha ilerilere
götürmek, maddenin varlığınz bile yadsımak gerekti.
İşte 18. yüzyılın başlarında, bir İngiliz piskoposu olan ve
idealizmin babası diye adlandırılan Berkeley'in dört elle sarıldığı
şey budur.
II. BERKELEY'İN İDEALİZMİNİ NİÇİN ÖĞRENMELİYİZ?
Demek ki, Berkeley'in felsefe sisteminin amacı, materyalizmi
yıkmak, maddi varlığın varolmadığını bize tanıtlamaya
çalışmak olacaktır. O, Hylas ile Philonoüs'ün Diyalogları
adlı kitabının önsözünde şöyle yazar:
Eğer bu ilkeler kabul edilir ve bunlara gerçek gözüyle
bakılırsa, bundan şu sonuç çıkar: Tanrıtanımazlık ve kuşkuculuk,
ikisi birden, bir çırpıda tamamıyla yenilmiş, karanlık
sorular aydınlanmış, hemen hemen çözümlenmez güçlükler
çözümlenmiş ve paradokslardan hoşlanan insanlar sağduyuya
kavuşturulmuş olur. (s. 13. Herkes İçin Klasikler koleksiyonu.
Librairie Hatier, Paris.)
O halde, Berkeley'e göre, doğru olan, maddenin varolmadığıdır
ve tersini iddia etmek, aykırı bir tutumdur, yanılsamalı
bir davranıştır.
Bunu bize nasıl tanıtlamaya çalıştığını göreceğiz. Ama
felsefe öğrenmek isteyenlerin, Berkeley teorisini büyük bir
özenle incelemelerinde direnmelerinin yersiz olmayacağını
düşünüyorum.
İyi biliyorum ki, Berkeley'im tezleri, bazılarını güldürecektir,
ama bizim 20. yüzyılda yaşadığımızı ve geçmişte yapılan
bütün incelemelerden, çalışmalardan yararlandığımızı
unutmamak gerekir. Ayrıca materyalizmi ve materyalizmin
tarihini okuduğumuz zaman, eskinin materyalistlerinin de
zaman zaman insanı güldürdüklerini göreceğiz.
Bununla birlikte, Marx ve Engels'ten önce, materyalist
düşünürlerin en büyüğü olan Diderot'nun, Berkeley'in sistemini,
İnsan aklı ve felsefe için ne utanılacak bir şeydir ki,
hepsinin en saçması olduğu halde, savaşım verilmesi en güç
bir sistem (Diderot, Körler Üzerine Mektup, Textes Choisis,
c. I, Editions Sociales, Halk Klasikleri, s. 87. (Materyalizm
ve Ampiryokritisizm, s. 27'de Lenin sözünü ediyor.)) olarak
tanımlarken, onu biraz da olsa önemsediğini bilmemiz gerekiyor.
Bizzat Lenin de, Berkeley'in felsefesine sayfalar ayırmıştı
ve, modern idealist filozoflar, materyalistlere karşı piskopos
Berkeley'de bulunamayacak hiçbir... kanıt ortaya koymamışlardır
(V. İ. Lenin, Materyalizm ue Ampiryokritisizm, Soİ Yayınları, Ankara
1993, s. 31.) diye yazıyordu.
Son olarak, işte liselerde yararlanılan bir felsefe tarihi
kitabında, Berkeley'in maddesizciliği (immaterialisme) üzerine
yapılan bir değerlendirme:
Kuşkusuz, henüz tamamlanmamış, ama hayran olmaya
değer ve filozofların kafalarında bir maddi tözün varlığına
olan inancı ebediyen yıkacak bir teori. (A. Penjon, Precis
d'histoire de la Philosophie, Librairie Paul Delaplace, s. 320-321.)
Demek ki, bu felsefi düşünüş tarzı -her ne kadar yukardaki
aktarmalardan da görüldüğü gibi başka başka nedenlerle de olsa-
herkes için önem taşımaktadır.
III. BERKELEY'İN İDEALİZMİ
Demek ki, bu sistemin amacı, bize, maddenin varolmadığını
tanıtlamaktan ibarettir.
Berkeley diyordu ki:
Ruhumuzun dışında, düşünerek varolduğunu sandığımız,
madde değildir, onları gördüğümüz için, onlara dokunduğumuz
için, şeylerin varolduğunu düşünüyoruz; bu duyumları
bize verdikleri için, onların varlığına inanıyoruz.
Ama duyumlarımız, bizim, ruhumuzda sahip olduğumuz
fikirlerdir. Öyleyse, duyularımızla algıladığımız nesneler,
fikirlerden başka bir şey değildir ve fikirler ise bizim ruhumuzun
dışında varolamazlar.
Berkeley'e göre, şeyler vardır; o, onların doğasını ve onların
varlığını yadsımıyor, ama onların, ancak, duyumlarımızın
bir yargısı sonucu ve onları bize tanıtan duyumlar biçiminde
varolduklarını ve nesnelerin ancak aynı ve tek bir şey
olduğunu ileri sürüyor.
Şeyler vardır, bu kesindir, diyor, ama bizde, bizim ruhumuzda,
ve şeylerin ruh dışında hiçbir gerçekliği yoktur.
Biz şeyleri, görme duyusunun yardımıyla kavrıyoruz;
biz, onları, dokunma duyusunun yardımıyla algılıyoruz; koklama
duyusu, bize, koku hakkında bilgi veriyor; tatma duyusu,
tat hakkında, ses alma duyusu, sesler hakkında bilgi veriyor
bize. Bu çeşitli duyumlar, bize fikirler veriyor; birbirleriyle
bağdaşan bu fikirler dolayısıyla, onlara ortak bir ad veriyoruz
ve onları nesneler gibi sayıyoruz.
Örneğin, belli bir düzenleniş içersinde, belli bir renk, bir
tat, bir koku, bir biçim, bir kıvam gözlemlenir; elma sözcüğüyle
belirlenen ayrı bir şey olarak tanınır; öteki fikir dermeleri,
taş, ağaç, kitap ve öteki duyumlanabilir şeyleri oluştururlar...
(V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 13.)
Demek ki, dünyayı ve şeyleri, dıştaki şeyler olarak tanıdığımızı
düşündüğümüz zaman, bunlar, yalnızca bizim zihnimizde
varolduğuna göre, öyleyse, biz, yanılsamaların kurbanıyız.
Hylas ile Philonoüs'ün Diyalogları adlı kitabında Berkeley,
bu tezi, bize, şöyle tanıtlıyor:
Aynı bir şeyin, aynı zamanda, farklı olabileceğine inanmak,
bir saçmalık değil midir? Örneğin aynı anda soğuk ve
sıcak. Düşününüz ki, ellerinizden biri sıcak, öteki soğuk olsun
ve her ikisini de aynı zamanda orta sıcaklıkta su ile dolu
kaba daldırsanız, su, bir elinize sıcak, ötekine soğuk gelmeyecek
midir? (Berkeley, s.21)
Mademki, bir şeyin kendisinin aynı anda farklı olabilmesi
saçma bir şeydir, bundan, o şeyin ancak bizim ruhumuzda
varolduğu sonucunu çıkarmalıyız.
Peki kendi uslamlama ve tartışma yönteminde ne yapıyor
Berkeley'? Nesneleri, şeyleri, tüm özelliklerinden soyuyor.
Siz diyorsunuz ki, nesneler vardır, çünkü onların bir
renkleri, bir kokuları, bir tatları vardır; çünkü onlar, küçük
ya da büyük, hafif ya da ağırdır. Ben, size, bunun, nesnelerde
varolmadığını, ama bizim kafamızda varolduğunu tanıtlayacağım.
İşte bir kumaş parçası. Siz, bana, onun kırmızı olduğunu
söylüyorsunuz. Bütünüyle doğru mu bu? Siz, kırmızının,
kumaşın kendisinde olduğunu düşünüyorsunuz. Kesin mi
bu? Biliyorsunuz ki, gözleri bizimkilerden farklı olan ve bu
kumaşı kırmızı olarak görmeyecek hayvanlar vardır; aynı şekilde
sarılığı olan bir insan da, onu, sarı görecektir. Öyleyse
bu kumaşın rengi nedir? Bu, duruma bağlı mı diyorsunuz?
Şu halde, kırmızı, kumaşın kendinde değil, ama gözde, yani
bizdedir.
Bu kumaş hafif midir diyorsunuz? Bırakın bakalım bir
karıncanın üzerine düşsün, karınca elbette ki ağır bulacak
onu. Öyleyse kim haklı? Onun sıcak olduğunu düşünüyorsunuz?
Ateşiniz olsaydı, soğuk bulacaktınız! Öyleyse sıcak mı,
yoksa soğuk mu?
Bir sözcükle, aynı şeyler, aynı anda, bazıları için kırmızı,
ağır ve sıcak, başkaları için tam tersi olabiliyorsa, bu demektir
ki, biz yanılsamaların kurbanıyız ve şeyler, yalnızca
bizim zihnimizde vardır.
İşte böyle, nesnelerin tüm özelliklerini kaldırıp atarak,
bunlar yalnızca bizim düşüncemizde vardır, yani madde bir
fikirdir demeye kadar götürürsünüz işi.
Daha Berkeley'den önce de Yunan filozofları, tat, ses gibi
bazı niteliklerin, şeylerin kendilerinde olmadıklarını, bizde
olduklarını söylüyorlardı ki, bu doğruydu.
Ama, Berkeley'in teorisinde yeni olan, bu gözlemi, nesnelerin
tüm niteliklerini içine alacak kadar genişletmesidir.
Yunan filozofları, gerçekten de şeylerin nitelikleri arasında
şöyle bir ayrım yapmışlardı:
Bir yanda, nesnelerin kendilerinde olan ağırlık, büyüklük,
dayanıklılık gibi ilk nitelikler.
Öte yanda, koku, tat, sıcaklık, vb. gibi bizde olan ikincil
nitelikler.
Oysa Berkeley, ikincil niteliklere ait tezi, ilk niteliklere
aynen uygular, şöyle ki, bütün nitelikler, bütün özellikler,
nesnelerde değil, ama bizdedir.
Güneşe bakarsak, biz, onu, yuvarlak, düz ve kırmızı görürüz.
Bilim, bize, yanıldığımızı, güneşin düz ve kırmızı olmadığını
öğretir. Öyleyse, bilimin yardımıyla, güneşe atfettiğimiz
bazı yanlış nitelikleri bir yana bırakıyoruz, ama bu
yüzden güneşin varolmadığı sonucunu da çıkarmıyoruz.
Oysa Berkeley, böyle bir sonuca varıyor.
Berkeley, elbette ki, eskilerin yaptıkları ayrımın bilimsel
çözümlemeye dayanmadığını gösterirken haksız değildi, ama
kendisi, bu gözlemlerden onların sahip olmadıkları sonuçlar
çıkararak bir uslamlama yanlışı yapıyor, safsata yapıyor.
Şeylerin niteliklerinin, gerçekten de, duyularımızın bize gösterdiği
gibi olmadığını, yani duyularımızın maddi gerçeği
bozduğunu gösteriyor ve o, bundan, hemen maddi gerçeğin
varolmadığı sonucunu çıkarıyor.
IV. İDEALİST USLAMLAMANIN SONUÇLARI
Tez, Her şey, ancak bizim zihnimizde vardır. olduğuna
göre, bundan dış dünyanın varolmadığı sonucunu çıkarmak
gerekir. Bu düşünüş tarzını sonuna kadar götürerek, Mademki
öteki insanları ancak benim fikirlerimle tanıyorum,
mademki öteki insanlar benim için ancak, maddi nesneler
gibi, fikir dermelerinden başka bir şey değildir, varolan yalnızca
benim. demeye kadar vardırırız işi. Buna, felsefede
(yalnızca kendim demek olan) tekbencilik (solipsisme) denir.
Lenin, daha önce andığımız kitabında, bize diyor ki, Berkeley,
böyle bir teoriyi savunduğu suçlamasına karşı, kendisini,
içgüdüyle savunuyor. Hatta görüyoruz ki, idealizmin
aşırı biçimi olan tekbencilik, hiçbir filozof tarafından
savunulmamıştır.
Bunun için, idealistlerle tartışırken, maddeyi gerçekten
yadsıyan uslamlamaların; mantıklı ve tutarlı olmak için,
tekbencilik (solipsisme) denen bu saçma aşırılığa varmaları
gerektiğini ortaya çıkarmaya özen göstermeliyiz.
V. İDEALİST KANITLAR
Berkeley'in teorisini, elden geldiği kadar yalın bir biçimde
özetlemeye önem verdik, çünkü felsefi idealizmin ne olduğunu
en açık yüreklilikle ortaya koyan Berkeley'dir.
Ama bizim için yeni olan bu düşünüş tarzlarını iyi kavramak
için, onları ciddiye almak ve anlamaya çalışmak artık
kaçınılmaz olmuştur. Niçin?
Çünkü, daha ilerde göreceğiz ki, idealizm, yeni sözlerin
ve deneyimlerin ardına gizlenerek, daha üstü örtülü bir biçimde
karşımıza çıkarsa da, bütün idealist filozoflar, eski
Berkeley'in (Lenin) kanıtlarını yeniden ele almaktan başka
bir şey yapmazlar.
Çünkü, gene göreceğiz ki, resmi felsefe tarihine egemen
olmuş ve hala egemen olan idealist felsefe, kendisiyle birlikte,
içimize işlemiş bulunan bir düşünce yöntemi kullanarak,
bütünüyle laik bir eğitime karşın, kafamıza yerleşmeyi
başarabilmiştir.
Bütün idealist filozofların kanıtlarının temeli, piskopos
Berkeley'in düşünüş tarzında bulunduğundan, bu bölümü
özetlemek için, bu kanıtların başlıcalarının neler olduğunu
ve bize, neyi tanıtlamaya yönelik bulunduklarını belirtmeye
çalışacağız.
1. Ruh maddeyi yaratır.
Bu, artık biliyoruz, felsefenin temel sorusuna verilen idealist
yanıttır; bu, ruhun dünyayı yarattığını kabul eden çeşitli
dinlerde yansısını bulan idealizmin ilk biçimidir.
Bu iddia, iki anlama gelebilir.
Ya, tanrı dünyayı yaratmıştır ve o, bizim dışımızda, gerçekten
vardır. Bu, teolojinin (Teoloji (tanrıbilim), tanrıyı ve tanrısal
şeyleri inceleyen bilim.) görülegelen idealizmidir.
Ya, tanrı, bize, hiçbir maddi gerçeğe tekabül etmeyen fikirler
vererek, bizde, dünya yanılsamasını yaratır. Bu madde
bizim ruhumuz tarafından oluşturulmuş bir ürün olduğundan,
ruhun tek gerçek olduğunu bize tanıtmak isteyen
Berkeley'in maddesizci idealizmidir.
Bunun için idealistler ileri sürerler ki:
2. Dünya bizim düşüncemiz dışında mevcut değildir.
İşte bu, Berkeley'in, şeyler ancak bizim ruhumuzda mevcut
olduğu halde, biz, onlara, kendilerine özgü olabilecek
özellikler ve nitelikler yükleyerek yanılgıya düştüğümüzü
kesin olarak söylerken, bize tanıtlamak istediği şeydir.
İdealistlere göre, sıralar ve masalar pekala vardır, ama
bizim dışımızda değil, yalnızca bizim düşüncemizde, çünkü:
3. Şeyleri yaratan bizim fikirlerimizdir.
Başka bir deyişle, şeyler, düşüncemizin yansısıdır. Gerçekten
de, mademki madde yanılsamasını yaratan ruhtur,
mademki bizim düşüncemize madde fikrini veren ruhtur,
mademki şeyler karşısında duyduğumuz duyumlar şeylerin
kendilerinden değil; ama yalnız bizim düşüncemizden ileri
gelir, dünyanın ve şeylerin gerçekliğinin kaynağı bizim düşüncemizdir,
ve buna göre, bizi kuşatan her şey, bizim ruhumuzun
dışında mevcut değildir ve ancak bizim düşüncemizin
yansısı olabilir. Ama, Berkeley'e göre, bizim ruhumuz kendi
başına, bu fikirleri yaratmak yeteneğinde olamayacağından
ve zaten her istediği fikri (onları kendi kendine yaratabilseydi,
bunu başarabileceği için) yaratamadığından, daha güçlü
başka bir ruhun bu fikirlerin yaratıcısı olduğunu kabul etmek
gerekir. Şu halde, bizim ruhumuzu yaratan ve ruhumuzda
karşılaştığımız dünya hakkındaki bütün fikirleri bize
buyuran tanrıdır.
İşte idealist öğretilerin dayandıkları başlıca tezler ve felsefenin
temel sorusuna verdikleri yanıtlar bunlardır. Şimdi
de materyalist felsefenin bu soruya ve bu tezlerin ortaya çıkardığı
sorunlara verdiği yanıtın ne olduğunu görmeye sıra geldi.
OKUMA PARÇALARI
Berkeley, Dialogues d'Hylas et de Philonoüs (Hylas ile
Philonoüs'ün Diyalogları).
Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 11-31.
|
|