.



 
   

diyalektiğin yasaları 3

   
 


 

 

merhaba

FELSEFE OKULU

=> temel sorgulamalar-giriş-

=> idealizm

=> materyalizm

=> kim haklı (idealizm mi-materyalizm mi)?

=> bilinemezcilik

=> madde nedir?

=> materyalist olmak

=> materyalizmin tarihi

=> Metafizik, mekanikçilik, mantık

=> diyalektik

=> diyalektiğin yasaları 1

=> diyalektiğin yasaları 2

=> diyalektiğin yasaları 3

=> diyalektiğin yasaları 4

=> TARiHSEL MATERYALiZM 1

=> TARiHSEL MATERYALiZM 2

=> DiYALEKTiK MATERYALiZM VE iDEOLOJiLER

=> kişiler ve sözlük

=> ecco homo

KOMuNiST PARTi MANiFESTOSU

sivil itaatsizlik

ömer hayyam

ADRES VE LiNKLER

 


     
 

ÜÇÜNCÜ YASA: ÇELİŞKİ

  I. Yaşam ve ölüm.

  II. Şeyler, kendi karşıtlarına dönüşürler.

  III. Olumlama, yadsıma ve yadsımanın yadsınması.

  IV. Durumu gözden geçirelim.

  V. Karşıtların birliği.

  VI. Sakınılacak yanlışlar.

  VII. Diyalektiğin pratik sonuçları.

  DİYALEKTİĞİN, şeylere, aralıksız değişmekte olan, sürekli
gelişen, kısacası, diyalektik bir harekete uğrayan şeyler
olarak baktığını gördük (birinci yasa).

  Bu diyalektik hareket, her şey, biz onu incelediğimiz
anda, ancak, bir süreçler zincirinin, yani birbirinden çıkan
bir aşamalar zincirinin sonucu olduğu için olanaklıdır. Ve
incelememizi daha ileri götürerek, bu süreçler zincirinin, zaman
içinde, anlık geri dönüşlere karşın ilerleyici bir hareketle,
zorunlu olarak geliştiğini gördük.

  Bu harekete, tarihsel gelişme ya da sarmal gelişme
dedik, ve biliyoruz ki, bu gelişme otodinamizmle (özgüçle)
kendi kendini yaratır.

  Peki otodinamizmin yasaları nelerdir? Aşamaların birbirlerinden
çıkmalarına yol veren yasalar nelerdir? Buna,
diyalektik hareketin yasaları denir.

  Diyalektik, bize, şeylerin sonsuz olmadıklarını, şeylerin,
bir son ile, bir ölümle tamamlanan bir başlangıçları, bir olgunlukları,
bir yaşlılıkları olduğunu öğretiyor.

  Bütün şeyler şu aşamalardan geçerler: doğuş, olgunluk,
yaşlılık, son. Bu, niçin böyledir? Niçin şeyler sonsuz değildir?

  Bu, insanlığın, her zaman ilgisini uyandırmış olan eski
bir sorudur. Neden ölmek gerekir? İnsanlar bu zorunluluğu
anlamak istemişler ve tarih boyunca sonsuz yaşamın düşünü
kurmuşlardır; örneğin ortaçağda, (gençlik iksiri, yaşam
iksiri gibi) büyülü içkiler türeterek ölümlülükten kurtulmayı
düşlemişlerdir.

  Peki, doğan bir şey, niçin ölmek zorundadır? İyice anlamamız
için, metafizikle karşılaştırmamız gereken diyalektiğin
büyük bir yasasıdır bu.

  I. YAŞAM VE ÖLÜM

  Metafizik bakış açısından şeyler, diğer şeylerden ayrılarak,
kendi başlarına, ayrı ayrı ele alınırlar ve metafizik, şeyleri
böyle incelediği için, onları tekyanlı, yani bir tek yandan
görür. Onun içindir ki, şeylere bir tek yanından bakanlara,
metafizikçi denebilir. Kısaca, bir metafizikçi yaşam denilen
olayı incelerken, bu olayı, bir başka olaya bağlamaz. Yaşamı,
kendisi için ve kendinde, tekyanlı olarak görür. Ona bir tek
yandan bakar. Ölümü inceleyecek olsa, gene aynı şeyi yapacaktır;
kendi tekyanlı görüş açısını uygulayacak ve şu sonuca
varacaktır: yaşam yaşamdır, ve ölüm ölümdür. İkisi arasında
ortak hiçbir şey yoktur, çünkü bunlar birbirlerine karşı
olan, birbirinin tam karşıtı iki ayrı şeydir.

  Şeylere böyle bakmak, onlara, yüzeysel bir biçimde bakmaktır.
Eğer onları biraz daha yakından inceleyecek olursak,
ilkin, birinin diğerine karşıt konulamayacağını, ve hatta
onların, birbirinden bu kadar kabaca ayrılamayacağını göreceğiz;
çünkü, deney, gerçek, bize gösterir ki, ölüm yaşamı
sürdürür, ölüm canlıdan gelir.

  Ya yaşam, ölümden çıkabilir mi? Evet. Çünkü ölü bedenin
öğeleri, başka yaşamları doğurmak için dönüşecektir, örneğin
toprak için gübre olacaklardır ve toprak daha verimli
olacaktır. Ölüm, pek çok durumda, yaşama yardım edecek,
ölüm yaşamın doğmasına izin verecek, ve canlı bedende yaşam,
ancak, ölen hücrelerin yerini sürekli olarak doğan başka
hücrelerin almasıyla olanaklı olacaktır.
(Nesneleri dinginlik durumunda ve cansız, her biri kendi başına,
biri ötekinin yanında ve biri ötekinden sonra olarak düşündüğümüz
sürece, kuşkusuz onlarda hiçbir çelişki ile karşılaşmayız. Burada
kısmen ortak, kısmen farklı, hatta birbiriyle çelişik, ama bu
takdirde, farklı şeylere dağıtılmış ve bunun sonucu kendinde çelişki
içermeyen bazı özgülükler buluruz. Bu gözlem alanı sınırları içinde,
işimizi alışılmış metafizik düşünce biçimi ile yürütebiliriz. Ama
nesneleri hareketleri, değişmeleri, yaşamları, birbirleri üzerindeki
karşılıklı etkileri içinde düşünmeye başladığımız andan başlayarak
durum iyiden iyiye değişir. Burada birdenbire çelişkiler içine
düşeriz. (Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 192-193.)

  Demek ki, yaşam ve ölüm sürekli olarak birbirine dönüşür;
ve şu büyük yasanın her şeye bağlı olduğunu gözlemliyoruz:
Her yerde, şeyler, kendi karşıtlarına dönüşür.

  II. ŞEYLER KENDİ KARŞITLARINA DÖNÜŞÜR

  Metafizikçi, karşıtları, birbirinin karşısına koyar, ama
gerçek bize gösteriyor ki, karşıtlar birbirine dönüşür; şeyler,
kendileri olarak kalmaz, ama karşıtlarına dönüşür.

  Eğer doğru ile yanlışı incelersek, şöyle düşünürüz: bunlar
arasında ortak hiçbir şey yoktur. Doğru doğrudur ve yanlış
yanlıştır. Bu, tekyanlı bakış açısı, iki karşıtı, kabaca birbirinin
karşısına koyar, tıpkı ölüm ile yaşamı karşı karşıya
koyduğu gibi.

  Gene de, Bakın yağmur yağıyor! desek, bazan öyle olabilir ki,
biz daha sözümüzü bitirmeden, artık yağmur yağmayabilir.
Bu tümceye başladığımız zaman sözümüz doğru idi,
ama yanlışa dönüştü. (Yunanlılar da daha önce bu durumu
saptamışlardı ve yanılmamak için hiçbir şey söylememek gerekir
diyorlardı!)

  Gene, yeniden elma örneğini alalım. Yere düşmüş olgun
bir elma görülür, ve İşte olgun bir elma denir. Bununla birlikte,
o, belirli bir zamandan beri yerdedir ve çürümeye başlamıştır
bile; böylece doğru, yanlış olur.

  Bilimler de, bize uzun yıllar boyunca doğru sayılmış,
ama, bilimsel ilerlemeler sonucu, belirli bir anda, yanlış
oldukları meydana çıkmış sayısız yasa örnekleri verirler.

  Şu halde görüyoruz ki, doğru yanlışa dönüşür. Acaba
yanlış da doğruya dönüşür mü?

  Uygarlığın başlangıcında, özellikle Mısır'da, insanlar, güneşin
doğmasını ve batmasını açıklamak için tanrılar arasında
kavga yapıldığını tasarlıyorlardı; bu, tanrıların, güneşi
hareket ettirmek için itildiğinin ya da çekildiğinin söylenmesi
ölçüsünde yanlıştı. Ama bilim, gerçekten güneşi hareket
ettiren güçler (salt fizik güçler, başka nedenler) olduğunu
söyleyerek, bu düşünüş biçimine kısmen hak verir. Öyleyse
görüyoruz ki, yanlış, açıkça doğruyla karşı karşıya değildir.

  Şeyler kendi karşıtlarına dönüşüyorsa, bu, nasıl olanaklı
olur? Yaşam ölüme nasıl dönüşür?

  Yalnızca yaşam olsaydı, yaşam yüzde-yüz yaşam olsaydı,
o, hiçbir zaman ölüm olmazdı; ve eğer ölüm, tüm olarak kendi
kendisi, yüzde-yüz ölüm olsaydı, birinin ötekine dönüşmesi
olanaklı olmazdı. Ama yaşam içinde ölüm, ve dolayısıyla
ölüm içinde yaşam, daha önce de vardır.

  Yakından bakarken göreceğiz ki, bir canlı varlık hücrelerden
oluşur; hücreler, kaybolarak ve aynı yerde yeniden
görünerek yenilenirler. Hücreler, canlı bir varlığın içinde
durmadan yaşarlar ve ölürler, öyleyse orada hem yaşam,
hem ölüm vardır.

  Gene biz biliyoruz ki, bir ölünün sakalı uzamaya devam
eder. Tırnakları ve saçları da uzar. İşte açıkça, yaşamın,
ölümün içinde devam ettiğini, kesin olarak kanıtlayan olaylar.

  Sovyetler Birliği'nde, bir ölünün kanı, özel koşullar içinde
saklanıyor ve kan aktarımı için kullanılıyor; böylece, bir
ölünün kanıyla, bir canlı iyileştirilir. Dolayısıyla, diyebiliriz
ki, ölümün bağrında yaşam vardır.

  Öyleyse yaşam da şeylerin ve süreçlerin kendinde varolan,
ara vermeden ortaya çıkan ve çözülen bir çelişkidir. Ve
çelişki biter bitmez, yaşam da biter, ölüm başgösterir.
(Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 193-194.)

  Öyleyse, şeyler yalnız birbirine dönüşmekle kalmaz, hatta
bir şey yalnız kendi kendisi değildir, aynı zamanda kendisinin
karşıtı olan başka bir şeydir de, çünkü her şey kendi
karşıtını da içinde taşır.

  Her şey, aynı zamanda, hem kendini, hem de karşıtını
içerir.

  Bir şey, bir çemberle gösterilirse, burada, merkezden
dışa doğru itiş örneğinde olduğu gibi, bu şeyi yaşama doğru
iten bir güç bulacağız (dışa doğru baskı), ama aynı zamanda,
bu şeyi, tam karşı doğrultuda, dıştan merkeze doğru iten
ölüm güçlerini de bulacağız (içe doğru baskı).

  Böylece her şeyin içersinde, birbirine karşı güçler, uzlaşmaz
güçler birarada bulunurlar.

  Bu güçler arasında ne olur? Birbirlerine karşı savaşım
verirler. Öyleyse, bir şey, değişikliğe, yalnızca bir yönde etki
yapan bir güç tarafından uğramaz; her şey, gerçekte, birbirine
karşı doğrultuda iki güç tarafından değişikliğe uğrar.
Şeylerin olumlanmasına (affirmation, tasdik) ve yadsınmasına
doğru, yaşama doğru ve ölüme doğru. Şeylerin olumlanması
ve yadsınması ne demektir?

  Yaşamın içinde, yaşamı koruyan ve sürdüren, yaşamın
olumlanmasına yönelik güçler vardır. Ayrıca canlı organizmalarda,
yadsımaya doğru yönelen güçler de vardır. Her şeyde,
güçlerden bazıları olumlamaya eğilimlidir ve diğer bazıları
yadsımaya eğilimlidir, ve olumlama ile yadsıma arasında
çelişki vardır.

  Demek ki, diyalektik, değişmeyi ortaya çıkarır, peki ama
neden şeyler değişirler? Çünkü şeyler, kendi kendileriyle
uyum halinde değildirler, çünkü güçler arasında, uzlaşmaz
iç karşıtlıklar arasında savaşım vardır, çünkü çelişki vardır.
İşte diyalektiğin üçüncü yasası: Şeyler değişir, çünkü kendi
kendilerinde çelişkiyi içerirler, kendi içlerinde çelişki
taşırlar.

  (Biz, zaman zaman (diyalektik gibi, otodinamizm gibi)
azçok karmaşık sözcükler ya da geleneksel mantığa aykırı
gibi görünen ve anlaması güç terimler kullanmak zorunda
kalıyorsak, bunu, burjuvaziyi örnek aldığımız ve şeyleri yerli
yersiz, herhangi bir neden yokken karmaşıklaştırmayı sevdiğimiz
için yapmıyoruz. (Rene Maublanc'ın La Vie Ouvriere, 14 Ekim
1937'deki makalesine bakınız.) Ama, başlangıç niteliğinde olsa da,
bu incelemenin olabildiğince eksiksiz olmasını ve sonra bu
terimleri kullanan Marx, Engels ve Lenin'in felsefe yapıtlarının
daha kolay anlaşılmasını sağlamak istiyoruz. Demek ki,
alışılmamış bir dil kullanmamız gerekiyor, bu dili, bu inceleme
sınırı içinde, onu herkesçe anlaşılabilir bir hale getirmeye
çok önem veriyoruz.)

  III. OLUMLAMA, YADSIMA VE YADSIMANIN YADSINMASI

  Şimdi, burada, size evet denildiği ve sizin de hayır
diye yanıtladığınız bir durumu anlatan, sözdeki çelişki ile,
şimdi görmüş olduğumuz diyalektik çelişki denilen, yani olgulardaki,
şeylerdeki çelişki arasında bir ayrım yapmamız
gerekiyor.

  Kapitalist toplumun bağrında varolan çelişkiden sözettiğimiz
zaman, bu, bazı teoriler hakkında bazılarının evet, bazılarının
hayır dediği anlamda bir çelişki değildir; bu, olgularda
bir çelişki var demektir, birbiriyle çatışan savaşım veren
gerçek güçler var demektir: burada önce kendini olumlamaya
yönelik güç, kendini korumayı sürdürmeye yönelik güç
vardır, bu, burjuva sınıfıdır; sonra burjuva sınıfının yadsınmasına
yönelik ikinci bir tolumsal güç vardır, bu da, proletaryadır.
Öyleyse çelişki olgulardadır, çünkü burjuvazi kendi
karşıtını, yani proletaryayı yaratmaksızın varolamaz.
Marx'ın dediği gibi; burjuvazinin ürettiği, her şeyden önce,
kendi mezar kazıcılarıdır. (Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist
Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, Sol Yayınları, Ankara 1993,
s. 122.)

  Buna engel olmak için, burjuvazinin, kendi kendisi olmaktan
vazgeçmesi gerekirdi ki, bu da, saçma bir şey olurdu.
Öyleyse kendi kendini olumlarken, kendi yadsımasını
yaratır.

  Bir tavuğun yumurtladığı ve üzerinde kuluçkaya yattığı
bir yumurta örneğini alalım: görürüz ki, yumurtanın içinde,
belirli bir ısıda ve belirli bazı koşullar altında gelişen bir tohum
(germe) bulunur. Bu tohum, gelişerek, bir civciv verecektir.
Bu tohum, daha şimdiden yumurtanın yadsınmasıdır.
Böylece, çok iyi görüyoruz ki, yumurtanın içinde iki güç var:
onu yumurta kalmaya doğru çeken güç ve civciv olmaya doğru
çeken güç. Öyleyse yumurta, kendi kendisi ile uyumsuzluk
içindedir ve her şey, kendi kendisi ile uyumsuzluk içindedir.

  Bu, insana, kavranması güç bir şey gibi gelir, çünkü biz
metafizik düşünüş tarzına alışmışızdır ve bunun içindir ki,
şeyleri kendi gerçeklikleri içinde görmeye yeni baştan alışmak
için bir çaba harcamalıyız.

  Bir şey, yadsımadan çıkan bir olumlama olarak başlar.
Civciv, yumurtanın yadsınmasından çıkmış bir olumlamadır.
Bu, sürecin bir evresidir. Ama tavuğun kendisi de, civcivin
değişmesi, başka bir hale dönüşmesi olacaktır ve bu dönüşmenin
ortasında, civcivin tavuk olması için savaşım veren
güçler ile civcivin civciv kalması için savaşım veren güçler
arasında bir çelişki olacaktır. Demek ki, tavuk civcivin
yadsınması olacaktır; civciv ise, yumurtanın yadsınmasından
gelmektedir.

  Öyleyse, tavuk, yadsımanın yadsınması olacaktır. Ve bu
diyalektik evrelerin genel gidişi işte böyledir.

  1. Olumlama ya da Tez.

  2. Yadsıma ya da Karşı-tez.

  3. Yadsımanın yadsınması ya da Sentez.

  Bu üç sözcük, diyalektik gelişimi özetler. Bunlar, evrelerin
ardarda zincirlenişini betimlemek ve bir evre'nin, kendinden
önceki evre'nin yıkımı olduğunu göstermek için kullanılırlar.

  Yıkım, bir yadsımadır. Civciv meydana gelirken yumurtayı
kırdığına göre, civciv, yumurtanın yadsınmasıdır. Buğday
başağı, gene aynı şekilde, buğday tanesinin yadsınmasıdır.
Tane, toprakta filizlenecektir. Bu filizlenme buğday tanesinin
yadsınmasıdır; buğday bitki verecek ve bu bitki çiçek
açacak ve buğday başağını verecektir; bu başak ise bitkinin
yadsınması ya da yadsımanın yadsınması olacaktır. Böylece,
görüyoruz ki, diyalektiğin sözünü ettiği yadsıma, yıkımdan
sözetmenin özetlenmiş bir biçimidir. Yok olanın, yıkılmış
olanın yadsınması vardır.

  1. Feodalizm, köleciliğin yadsınması oldu.

  2. Kapitalizm, feodalizmin yadsınmasıdır.

  3. Sosyalizm, kapitalizmin yadsınmasıdır.

  Çelişki yönünden, sözdeki, çelişki ile mantık çelişkisi
arasında bir ayrım yaptığımız gibi, hayır denen sözdeki
yadsıma ile yıkım demek olan diyalektik yadsıma arasında
bir ayrım olduğunu çok iyi bilmeliyiz.

  Ama, yadsıma, yıkım demekse de, burada herhangi sıradan
bir yıkım değil, ama diyalektik bir yıkım sözkonusudur.
Bunun gibi, bir pireyi parmaklarımız arasında ezdiğimiz zaman,
o, bir iç yıkımla, diyalektik bir yadsıma ile ölmez.
Onun ölümü, otodinamik aşamaların bir sonucu değildir;
salt mekanik bir değişikliğin sonucudur.

  Yıkım, ancak bir olumlama ürünü ise, bir olumlamadan
çıkıyorsa, bir yadsıma demektir. Bunun gibi, kuluçkaya yatırılmış
yumurta, yumurta olan şeyin olumlaması olarak, kendi
yadsımasını doğurur: civciv olur; ve civciv, yumurtanın
kabuğunu kırarak, onu yıkarak, yumurtanın yıkımını ya da
yadsınmasını simgelerle ifade eder.

  Civcivde birbirine düşman iki güç görüyoruz: civciv ve
tavuk; sürecin bu gelişmesi sırasında tavuk yumurtalar
yumurtlayacaktır, bu da yadsımanın yadsınmasıdır. Öyleyse,
bu yeni yumurtalardan; yeni bir süreçler zinciri başlayacaktır.

  Buğdayda da, aynı şekilde, bir olumlama, sonra bir yadsıma
ve bir yadsımanın yadsınmasını görürüz.

  Bir başka örnek olarak, materyalist felsefe örneğini vereceğiz.

  Başlangıçta, bilisiz olduğu için kendi öz yadsımasını,
yani idealizmi yaratan ilkel, kendiliğinden bir materyalizm
buluyoruz. Ama eski materyalizmi yadsıyan idealizm, kendisi de
çağdaş ya da diyalektik materyalizm tarafından yadsınacaktır,
çünkü felsefe gelişmektedir ve bilimlerle birlikte
idealizmin yıkımına yolaçmaktadır. Demek ki, burada da,
olumlama, yadsıma ve yadsımanın yadsınmasını buluyoruz.

  Bu çevrimi (cycle), toplumun evriminde de saptıyoruz.

  Tarihin başlangıcında, bir ilkel komünist toplumun, sınıfsız,
toprağın ortak mülkiyetine dayanan bir toplumun
varlığını görüyoruz. Ama bu mülkiyet biçimi, üretimin gelişmesi
için bir engel oluyor ve kendisi tarafından kendisinin
yadsınmasını, yani sınıflı, özel mülkiyete ve insanın insan
tarafından sömürülmesine dayanan toplumu yaratıyor. Ama
bu toplum da, kendi öz yadsımasını kendi içinde taşıyor, çünkü
üretim araçlarının üstün bir gelişmesi, toplumun sınıflara
bölünmesini yadsımaya, özel mülkiyeti yadsıma zorunluluğuna
götürüyor ve böylece çıkış noktasına geri geliyoruz:
komünist toplumun zorunluluğu, ama başka bir düzeyde;
başlangıçta, bir ürün eksikliğimiz vardı; bugün, çok yükselmiş
bir üretim yeteneğimiz var.

  Bu konuda, verdiğimiz bütün örneklerle, hep çıkış noktasına
geri geldiğimize; ama başka bir düzey üzerinde, en yüksek
bir düzey üzerinde (sarmal gelişme) geri geldiğimize dikkat
edelim.

  Böylece görüyoruz ki, çelişki, diyalektiğin büyük bir yasasıdır.
Evrim uzlaşmaz karşıt güçlerin savaşımıdır. Şeyler,
yalnız birbirlerine dönüşmekle kalmazlar, ama her şey kendi
karşıtına dönüşür. Şeyler kendi kendileriyle uyum içinde değildir,
çünkü şeylerde, birbirine karşı güçler arasında savaşım
vardır, çünkü şeylerde bir iç çelişki vardır.

  Not: Şuna çok dikkat etmemiz gerekir ki, olumlama,
yadsıma, yadsımanın yadsınması, ancak diyalektik evriminin
uğraklarının özetlenmiş ifadeleridir, ve her yerde bu üç
aşamayı bulmak için dünyayı dolanmak gerekmez. Çünkü,
onların hepsini her zaman bulamayacağız; ama bazan yalnızca
birinciyi, bazan yalnızca ikinciyi bulacağız, çünkü evrim
bitmiş değildir. Öyleyse, her şeyde, bu değişmeleri, böylesine
mekanik biçimde aramamak gerekir. Ancak, özellikle
şunu aklımızda tutalım ki, çelişki, diyalektiğin büyük yasasıdır.
İşin özü budur.

  IV. DURUMU GÖZDEN GEÇİRELİM

  Daha önceden de biliyoruz ki, diyalektik, iyi gözlemler ve
iyi inceleme yapmamızı sağlayan bir düşünüş, uslamlama,
çözümleme yöntemidir; çünkü diyalektik, her şeyin kaynağını
araştırmaya ve onun tarihini anlatmaya bizi zorlar.

  Kuşkusuz, eski düşünüş yöntemi; gördüğümüz gibi, kendi
zamanında zorunlu idi. Ama, diyalektik yöntemle incelemek,
öğrenmeye çalışmak, yineleyelim, görünüşte hareketsiz
olan her şeyin bir başlangıcı ve bir sonu olduğunu, her şeyde;
son olarak bütün görünüşteki raslantılara ve geçici geriye
dönüşlere karşın, ilerleyici bir gelişmenin eninde sonunda
belirmeye başladığı bir süreçler zincirinden başka bir şey
olmadığını meydana çıkarmak demektir.

  Yalnızca diyalektik, bizim, şeylerin gelişmesini ve evrimini
anlamamıza izin verir; yalnızca o, eski şeylerin yıkımını
ve yenilerinin doğuşunu anlamamızı sağlar. Yalnızca diyalektik,
şeylerin karşıtlardan oluşmuş bütünler olduklarını
bize öğreterek, onların gelişmesini, dönüşümleri içinde anlamamızı
sağlar. Çünkü, diyalektik anlayışa göre, şeylerin doğal
gelişmesi, yani evrim, birbirine karşı güçlerin ve ilkelerin
sürekli savaşımıdır.

  Öyleyse, diyalektiğe göre, birinci yasa, hareketin ve değişmenin
Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz, hiçbir şey olduğu
yerde kalmaz. kuralının saptanması, ortaya konulması ise
de, şimdi biliyoruz ki, bu yasa; 3eylerin yalnız birbirine dönüşerek
değil, ama kendi karşıtlarına dönüşerek değişmesiyle
açıklanır. Demek ki, çelişki, diyalektiğin büyük bir yasasıdır.

  Diyalektik görüş açısından çelişkinin ne olduğunu inceledik;
ama bazı açıklıklar getirmek ve sakınılması gereken
bazı yanlışları belirtmek için, çelişki üzerinde tekrar durmalıyız.

  Besbelli ki, her şeyden önce, gerçekle uyuşan şu olumlamaya,
yani şeylerin kendi karşıtlarına dönüşmeleri olumlamasına
kendimizi iyice alıştırmalıyız. Kuşkusuz bu, sağduyuya
ters düşer, bizi şaşırtır, çünkü biz, eski metafizik yöntemle
düşünmeye alışmışızdır. Ama bunun niçin böyle olduğunu
gördük; örnekler yardımıyla, bunun gerçekte böyle
olduğunu, ve şeylerin niçin kendi karşıtlarına dönüştüğünü
ayrıntılı bir biçimde gördük.

  Onun için, şöyle denebilir ve iddia edilebilir: Eğer şeyler
dönüşüyor, değişiyor ve evrim gösteriyorlarsa, bu, kendi kendileriyle
çelişki halinde olmalarındandır, kendi içlerinde
kendi karşıtlarını taşımalarındandır, kendi içlerinde karşıtların
birliğini içermelerindendir.

  V. KARŞITLARIN BİRLİĞİ

  Her şey, bir karşıtlar birliğidir.

  Böyle bir şeyi iddia etmek, ilk bakışta, bir saçmalık gibi
görünür. Bir şey ile onun karşıtının ortak herhangi bir yanı
yoktur., genellikle böyle düşünülür. Ama, diyalektiğe göre,
her şey, aynı zamanda, hem kendi kendisi, hem de karşıtıdır;
her şey bir karşıtlar birliğidir, ve bunu iyice açıklamamız
gerekir.

  Karşıtların birliği, bir metafizikçi için, olanaksız bir şeydir.
Ona göre şeyler, bir tek parçalı ve kendi kendileriyle
uyumlu olarak yapılmışlardır, oysa şimdi biz, tersini iddia
ediyoruz, yani şeyler iki parçadan -kendi kendileri ile kendi
karşıtlarından- yapılmışlardır, şeylerde birbiriyle çatışan
iki güç vardır, çünkü şeyler kendi kendileriyle uyumlu değildir;
kendi kendileriyle çelişki halindedir, diyoruz.

  Bilgisizlik ve bilim örneğini, yani bilgi örneğini alırsak,
biliyoruz ki, bunlar metafizik görüş açısından tümüyle birbirine
karşı ve birbirinin karşıtı olan iki şeydir. Bilgisiz bir
kişi, bilgin değildir; bilgin bir kişi ise, bilgisiz değildir.

  Bununla birlikte, eğer olgulara bakarsak, bu iki şeyin
böylesine katı bir karşıtlığa yer vermediğini görürüz. Görürüz
ki, önce bilgisizlik egemendi, sonra bilim geldi; burda da,
bir şeyin kendi karşıtına, bilgisizliğin bilime dönüştüğünü
saptıyoruz.

  Bilimsiz bilgisizlik, yüzde-yüz bilgisizlik yoktur. Bir birey,
ne kadar bilgisiz olursa olsun, en azından nesneleri, yiyeceğini
tanımasını bilir; hiçbir zaman mutlak bir bilgisizlik
yoktur; bilgisizlik içinde her zaman bir bilim payı vardır. Bilim,
daha tohum halinde bilgisizliğin içinde vardır; öyleyse,
bir şeyin karşıtının, o şeyin kendi içinde olduğunu iddia etmek
doğrudur.

  Şimdi de bilimi görelim. Yüzde-yüz bir bilim olabilir mi?
Hayır. Her zaman bilinmeyen bir şey vardır. Lenin Bilginin
konusu tükenmez. der; bu demektir ki, her zaman öğrenilecek
bir şey vardır. Mutlak bilim yoktur. Her bilgi, her bilim,
bir bilgisizlik payı içerir. (Bilimlerin tarihi, yanılgının
ilerletici dıştalanmasının tarihidir, yani yanılgının yerini
başka yeni bir yanılgının, ama gittikçe daha az saçma olan
bir yanılgının almasının tarihidir. (Engels).)

  Gerçekte varolan bilim ile bilgisizliğin bir karışımı, göreli
bir bilgisizlik ve göreli bir bilimdir.

  Öyleyse, burada, bu örnekte saptadığımız, şeylerin kendi
karşıtlarına dönüşmeleri değil, ama aynı şeyde karşıtlarının
ya da karşıtların birliğinin varlığıdır.

  Daha önce gördüğümüz örnekleri yeniden alabiliriz: Yaşam
ve ölüm, gerçek olan ve yanlış olan örneklerinde, birinde
ve ötekinde; her şey olduğu gibi bir karşıtların birliğinin
varolduğunu, yani her şeyin aynı zamanda hem kendi kendini,
hem de karşıtını içinde taşıdığını gördük. Bunun için Engels
diyecektir ki:

  Oysa araştırmada hiç şaşmadan daima bu görüş açısından
yola çıkılırsa, artık bir daha kesin çözümler ve sonsuz
gerçekler istemekten kesin olarak vazgeçilir; her zaman edinilen
her bilginin zorunlu olarak sınırlı olma niteliğinin ve
bu bilginin, içinde kazanılmış olduğu koşullara bağımlılığının
bilincinde olunur; hala geçerli olan eski metafiziğin, doğru
ve yanlış, iyi ve kötü, özdeş ve değişik, zorunlu ve olumsal
gibi giderilemez karşıtlıklarının zorunlu etkisinden de kaçınılabilir
artık; bilinir ki bu karşıtlıkların ancak göreli bir değerleri
vardır, şimdi doğru olarak tanınan şeyin gizli bir yanlış
yanı da vardır ve bu, daha sonra ortaya çıkacaktır, tıpkı
şimdilik yanlış tanınanın da doğru bir yanı olduğu ve bu
doğru yanı yüzünden daha önce doğru sayılır olduğu gibi.
(F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin
Sonu, s. 43.)

  Engels'in bu metni, diyalektiği ve karşıtların birliğinin
gerçek anlamını nasıl anlatmak gerektiğini, bize çok iyi
göstermektedir.

  VI. SAKINILACAK YANLIŞLAR

  Yanlış anlamalara meydan vermemek için, diyalektiğin
büyük yasası çelişkiyi, çok iyi açıklamak gerekir.

  Her şeyden önce, onu, mekanik bir biçimde anlamamalıdır.
Her bilgide, gerçeklik artı yanılgı ya da doğru artı yanlış
bulunduğunu düşünmemek gerekir.

  Bu yasa, böyle uygulansaydı, her düşüncede, her kanıda
bir doğru yan artı bir yanlış yan vardır, yanlış olanı çıkaralım,
geriye doğru olan kalır, bu da iyidir diyenlere hak verilirdi.
Bu, sözde-marksist bazı çevrelerce söylenir; bu çevreler
şöyle düşünür: Marksizm, kapitalizmde ekonomik yaşamı ellerinde
tutan fabrikalar, tröstler, bankalar bulunduğunu
göstermekte haklıdır; marksizm, bu ekonomik yaşamın kötü
gittiğini söylemekte haklıdır; ama marksizmde yanlış olan,
ekleyelim ki, sınıf savaşımıdır; sınıf savaşımı teorisini bir
yana bırakalım, bakın nasıl iyi bir öğretimiz olacak. Gene
denir ki, toplumun incelenmesine uygulanan marksizm haklıdır,
doğrudur. Ama ne diye diyalektiği karıştırmalı buna?
İşte bu yanlış yanı, diyalektiği kaldıralım, marksizmin geri
kalanını doğru olarak saklayalım!

  Bunlar, karşıtların birliğinin, mekanik yorumlarıdır.

  İşte başka bir örnek daha: Proudhon, bu karşıtlar teorisini
öğrendikten sonra, her şeyde, bir iyi, bir de kötü yan olduğunu
düşünüyordu. Bunun için, toplumda, burjuvazinin ve
proletaryanın bulunduğunu belirterek, kötü olanı, yani proletaryayı
kaldıralım, diyordu. Böylece, parçalı (parcellaire)
mülkiyeti yaratacak, yani proleterlere mülk sahibi olma olanağını
verecek olan krediler sistemini kurdu; artık, böylelikle,
yalnız burjuvalar olacaktı ve toplum da iyi olacaktı.

  Bununla birlikte, biz çok iyi biliyoruz ki, burjuvasiz
proletarya yoktur ve burjuvazi, ancak proletarya ile vardır:
bunlar, birbirinden ayrılamayan iki karşıttırlar. Bu karşıtların
birliği, içte olan, gerçek bir birliktir, ayrılmaz bir birliktir.
Öyleyse, karşıtları ortadan kaldırmak, onları birbirinden
kesip ayırmak yeterli değildir. İnsanın insan tarafından sömürüsüne
dayanan bir toplumda, zorunlu olarak birbiriyle
uzlaşmaz iki sınıf vardır: antikçağda, efendiler ve köleler, ortaçağda
senyörler ve serfler, bugün de burjuvazi ve proletarya.

  Kapitalist toplumu kaldırmak için sınıfsız toplumu kurmak
için, hem burjuvaziyi, hem de proletaryayı kaldırmak
gerekir - özgür insanlara, maddi bakımdan ve kafa bakımından
daha gelişmiş bir toplum yaratma olanağını sağlamak
ve hasımlarının ileri sürdükleri gibi yoksullukta eşitlikçi
bir komünizm yaratmak için değil, üstün toplum biçimine
doğru yolalmak için.

  Demek ki, karşıtların birliğini açıkladığımız ya da onu
bir örneğe, bir incelemeye uyguladığımız zaman, çok dikkat
etmek zorundayız. Her yerde ve her zaman, örneğin, yadsımanın
yadsınmasını bulmak ve mekanik bir biçimde uygulamak
istemekten her yerde ve her zaman karşıtların birliğini
görmek istemekten kaçınmalıdır; çünkü bizim bilgilerimiz,
genellikle çok sınırlıdır ve bizi çıkmaza sürükleyebilir.

  Önemli olan ilke şudur : Diyalektik ve diyalektiğin yasaları,
şeylerin evrimini ve bu evrimi belirleyen güçleri, yani
karşıtları bulup ortaya çıkarmak için, bizi, şeyleri incelemeye
zorlar. Demek ki, şeylerin içinde saklı bulunan karşıtların
birliğini incelememiz gerekir ve bu karşıtların birliği, bir
olumlama, hiçbir zaman mutlak bir olumlama değildir, çünkü
o kendi içinde bir yadsıma payını içerir, demeye gelir.
İşte işin özü budur: Şeyler, kendi öz karşıtlarını içlerinde
taşıdıkları içindir ki, değişir, başka şeye dönüşürler. Yadsıma
çözücüdür (dissolvant), o olmasaydı, şeyler değişmeyeceklerdi.
Ve gerçekte şeyler, dönüştüklerine göre, kendi içlerinde
çözücü bir ilke taşıyor olmaları gerekir. Şeylerin değiştiğini
gördüğümüze göre, böyle çözücü bir ilkenin varlığını önceden
kabul edebiliriz, ama şeyin kendisini inceden inceye incelemeden
bu ilkeyi bulup çıkaramayız, çünkü bu ilke, her
şeyde aynı görünüme sahip değildir.

  VII. DİYALEKTİĞİN PRATİK SONUÇLARI

  O halde, diyalektik, pratikte, bizi şeyleri yalnızca bir tek
yanıyla değil, ama her iki yanıyla dikkate almaya, yanlışsız
doğruyu; bilgisiz bilimi asla düşünmemeye zorlar. Metafiziğin
büyük yanılgısı, şeyleri yalnızca bir yanıyla düşünmek
tekyanlı yargılamaktır. Ve biz, şeyleri, tek yanından gördüğümüz
ölçüde yanlışlar yaparız, ve çok sık yanlış yapıyorsak,
bu, tekyanlı düşünüş tarzını tutmamızdandır.

  İdealist felsefe, dünyanın yalnızca insanların fikirlerinde
olduğunu ileri sürerse, gerçekten de, yalnızca bizim düşüncemizde
bulunan şeylerin varolduğunu kabul etmek gerekir.
Doğrudur bu. Ama idealizm tekyanlıdır, (sorunun) yalnız bu
yanını görür. O, yalnızca, gerçekte olmayan şeyleri türeten
insanı görür ve bundan, bizim fikirlerimizin dışında hiçbir
şeyin varolmadığı sonucuna varır. İdealizm, insanın bu yetisini
belirtmekte haklıdır, ama pratiğin ölçütünü uygulamadığından,
yalnızca bunu görür.

  Metafizik materyalizm de yanılır, çünkü o da, yalnızca
sorunların tekyanını görür. Evreni bir mekanik gibi görür.
Mekanik bilimi var mıdır? Evet! Büyük bir rol oynar mı?
Evet! Şu halde metafizik materyalizm bunu söylemekte haklıdır,
ama yalnız mekanik hareketi görmek, bir yanılgıdır.

  Biz, doğal olarak şeylerin ve insanların yalnız bir tek
yanlarını görmeye sürüklenmişizdir. Bir arkadaşımıza değer
biçerken, hemen hemen her zaman onun yalnız iyi ya da
kötü yanını görürüz. Birini de, ötekini de görmek gerekir,
yoksa örgütler içinde kadrolar oluşturmak olanaklı olmazdı.
Siyasal pratikte, tekyanlı yargılama yöntemi sekterlikle sonuçlanır.
Gerici bir örgütten bir hasımla karşılaştığımızda,
onun hakkında liderlerine göre karar veririz. Ama bununla
birlikte, o, dertli, kırgın, saf, küçük bir memur olabilir, ve
biz, onu, büyük bir faşist patron gibi düşünmemeliyiz. Bu
düşünme yöntemi, patronların kendilerine de uygulanabilir;
onlar bize kötü görünüyorlarsa da, kendileri de toplum yapısının
baskısı altındadırlar, başka toplumsal koşullarda başka
türlü olabilirlerdi.

  Eğer karşıtların birliğini düşünürsek, şeyleri çeşitli yönleriyle
ele alırız. Öyleyse görürüz ki, bu, gerici, bir yanıyla
gericidir; ama öteki yanıyla bir emekçidir ve onda bir çelişki
vardır. Bu durumda, o örgüte neden katıldığı aranır ve bulunur
ve gene, o örgüte neden katılmaması gerektiği araştırılır.
Ve böylece, daha az sekter olan bir biçimde değerlendirir
ve tartışırız.

  Öyleyse diyalektiğe uygun olarak, şeyleri, görülebilen bütün
açılardan dikkate almalıyız.

  Teorik sonuç olarak ve özetlemek için diyeceğiz ki: Şeyler
değişirler, çünkü bir iç çelişkiyi (kendi kendilerini ve kendi
karşıtlarını) içlerinde bulundururlar. Karşıtlar çatışma halindedirler
ve değişmeler bu çatışmalardan doğar; böylece
değişme, çatışmanın çözümüdür.

  Kapitalizm de, proletarya ile burjuvazi arasındaki bu iç
çelişkiyi, bu çatısmayı içinde taşır; değişme, çatışma ile açıklanır
ve kapitalist toplumun sosyalist topluma dönüşmesi çatışmanın
ortadan kaldırılmasıdır.

  Çelişki olan her yerde değişme vardır, hareket vardır.
Çelişki olumlamanın yadsınmasıdır, ve üçüncü basamak
yadsımanın yadsınması elde edildiğinde, çözüm ortaya çıkar,
çünkü, bu anda çelişkinin nedeni elenmiş, aşılmıştır.

  Öyleyse denilebilir ki, bilimler yani kimya, fizik, biyoloji,
vb. kendi özel değişme yasalarını inceliyorlarsa, diyalektik
de daha genel değişme yasalarını inceler. Engels diyor ki:

  Gerçekte diyalektik, doğanın, insan toplumunun ve düşüncenin
genel hareket ve gelişme yasaları biliminden başka
bir şey değildir. (Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 218.)

  OKUMA PARÇALARI

  Friedrich Engels, Anti-Dühring, Onüçüncü Bölüm, Diyalektik
Yadsımanın Yadsınması; Ondördüncü Bölüm, Sonuç s. 204-223.

  V. İ. Lenin, Karl Marx -Diyalektik-. (Bkz: Marx-
Engels-Marksizm, Sol Yayınları, Ankara 1990, s. 21-24.)

 

 
 

 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol